menu
TEVHİD DİNİ İSLAM!
TEVHİD DİNİ İSLAM!
Haftanın Vaazı.. 24.01.2025 tarihli; "Tevhid Dini İslam" konulu Haftanın vaazı sitemize yüklenmiştir.

Tevhid Dini İslam

TEVHİD: İslamı Diğer Din Ve İdeolojilerden Ayıran Özellikler

Değerli Kardeşlerim..

İslam inancına göre tevhid, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e (s.a.v) kadar bütün peygamberlerin Allah adına insanlara duyurdukları temel akidedir. Peygamberlerin vahiy süreçleri içerisinde hukuki kanunlarda bir takım farklılıklar olsa da tevhid inancında hiç bir değişiklik olmamıştır.

Tevhid, birlik demektir. Bu birlik, evrenin her noktasında; samanyolundan, yıldızlara, gezegenlerden dünyaya, cansız varlıklardan bitkilere, hayvanlardan eşref-i mahluk olan insanlara, vücud azalarından hücreye kadar her ayrıntının planlanmasında; âlemlerin Rabbinin kudretini görmek ve bu düzenin sahibine teslim olmak demektir.

Tevhid, evreni yok iken yaratana, yarattığı evrenin içinde insanın var olması için gerekli şeyleri yaratana, yarattığı evrenin içinde keşfedilen 92 doğal elementin, insan için uygun olan 25’ini insanın vücudunda da yaratan âlemlerin rabbine teslim olmak demektir.

Tevhid, insanı diğer canlılardan ayırarak onları üstün kılan, yeryüzüne hakim kılan ve insanı başıboş bırakmayan Allah’ın tek olduğuna iman etmek demektir.

Tevhid, insanın içine; mutluluk, şaşkınlık, öfke, korku, tiksinme, üzüntü, sevgi, güven, beklenti, umut, hafıza, hatıra, tutku, bağlılık, akletme, düşünme, muhakeme, sorumluluk, planlama, değerlendirme yapma duygularını koyarak insana şeref veren Allah’ın birliğine iman etmek demektir.

Tevhid, güneşi, ayı, gezegenleri, galaksileri, samanyolunu kendi yörüngelerinde yüzdürerek mükemmel bir nizam kuran Allah’ın bir olduğuna inanmak demektir.

Tevhid, kapkaranlık ve -270 *C’ye kadar soğuyan (Bumerang Bulutsusu) bir evrenin içinde insanın vücut sıcaklığını 36-37 *C’ye sabitleyen ve yaşayacağı dünyayı da buna uygun yaratan Allah’ın birliğine inanmak demektir.

Tevhid, Güneşi her gün mükemmel bir sistematik içinde doğudan doğduran, batıdan da batıran evrenin rabbinin tek olduğuna iman etmek demektir.

Tevhid, insan için var olan zamanı ve mekanı, tarihi, sosyolojiyi, psikolojiyi, biyolojiyi, antropolojiyi, iktisat kanunlarını oluşturan Allah’ın, siyasal ve hukuksal düzenlemeler yapmasına da iman edip bu hususlarda da O’na teslim olmak demektir.

Tevhid, ilk insanı topraktan, neslini de bir damla sudan anne rahminde var eden, ona bir ömür tayin eden, sonra onu öldüren, aynı bir bitki gibi, toprağın altında çürütüp tekrar yeşillenmesi ve meyve vermesi gibi, Allah’ın büyük hesap günü için tüm akıl sahiplerini tekrar dirilteceğine inanmak demektir.

Sevgiyi yaratan, bunu; Allah, peygamber, din, anne, baba, eş, çocuk, akraba, arkadaş sevgisi gibi muhabbeti gönüllere dantellerden daha güzel işleyen Allah’ın bir olduğuna iman etmek demektir.

Kısaca Tevhid, insanın fıtratına uygun bir evren yaratan Allah’ın, imani, ahlaki, taabbudi ve hukuki düzenlemeler yaptığına da iman etmek ve O’na (c.c) teslim olması demektir.

Tevhid, Allah ile insan arasında peygamberler vasıtasıyla yapılan ağır bir sözleşmenin [mîsâk] beyanıdır.

وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ

Allah, peygamberlerden: «Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz» diye söz almış, «Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?» dediğinde, «Kabul ettik» cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.” (Âl-i İmrân, 81)

Adem (a.s) ile başlayan tevhid inancı, Nuh (a.s), ve İbrahim (a.s) gibi elçilerle devam etmiş, insanlık Musa (a.s) ve İsa (a.s)’ın diliyle tekrar tekrar tevhide davet edilmiştir. Şirk, tevhidin peşini hiçbir zaman bırakmamış, insanların menfaat, iktidar, şöhret ve ahlaksızlık peşinde koştuğu dönemlerde kendisini daha fazla göstermiştir. Şirke hizmet edenler, ümmet-i Muhammed’den önceki dönemlerde yaşamış olan peygamberlere verilen inanç, ibadet ve ahlak esaslarını bozarak, hak dine dahi yeni yeni şekiller vermiştir. Şirk; suretten surete girerek, farklı şekillerde insanları hakikatten sapkınlığa döndürmüş, fıtratlarını onlara inkar ettirmiş, bazı insanları heykellere, bazı insanları ineklere, bazı insanları tesadüflere, bazı insanları diğer insanların aklına ve fikirlerine tapar hale getirmiştir. Tevhid, hakkı bâtıldan ayıran en büyük, alâmet-i fârikadır.

Şirk, Tevhidin bozulduğu zamanlarda toplumu önüne katarak onları yönlendirmekte, yönlendirirken sömürmektedir. Bu sömürü genelde iki sınıf insan topluluğu tarafından yapılıyor demektir.

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هِادُو ....

Ey Rasûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla «inandık» diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın yaptıkları) seni üzmesin…” Mâide, 41

وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

Elbette sen onları (yahudileri), insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun. Hatta onlardaki hırs müşriklerde bile yoktur. Her biri bin yıl yaşamak ister. Oysa ömrünün uzatılması onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını görmektedir.” (Bakara, 96)

âyetlerinde de zikredildiği gibi, müşriklerin heykellere ya da tabiata taparak Allah’a şirk koşanların (Müşriklerin), Münafıkların ve Yahudi inancına sahip olanların, günümüzde televizyon, radyo, sosyal medya, müzik, sanat, film, şiir, şarkı sözlerini kullanarak insanları şirke, şeytanın ve tağutun yoluna davet edenlerin kim olduğunu açıklayarak bugün de bizleri düşünmeye sevk etmekte ve uyarmaktadır.

وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوحي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنَا فَاعْبُدُونِ

"Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, "Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin" diye vahyetmişizdir." (Enbiyâ, 25)

Bu ayet bize göstermektedir ki, tüm peygamberler şirkle mücadele etmiştir. Allah (cc.) istisnasız bütün peygamberlerden aynı hakikati, tevhidi -kendisinden başka ilah olmadığını- insanlara duyurmalarını istemiştir.

Biz Musa’nın ya da İsa’nın peşinden gidiyoruz” diyenler bugün şirk bataklığının içine düşmüşlerdir. Yahudiler, Allah’ı ırkçı bir mabud gibi düşünmüş ve ona insan şekli vererek bir inanç sistemi oluşturmuşlardır; Hristiyanlar da, “baba, oğul, kutsal ruh” üçlemesinin kabulü ile tevhide şirk elbisesi biçmişlerdir. Şirk Hindistan’da da “Buda” heykeline tapınılması şeklinde ortaya çıkmıştır. Yani şirk, farklı zaman ve zeminde birbirinden farklı şekillerde tezahür etmektedir.

Tevhidin olmadığı yerde zulümler olur.

Tevhidin yerleşmediği, aksine şirkin kökleştiği batı toplumları, 1. Haçlı Seferi’nde -yolda yakıp yıktıkları yerler hariç- sadece Kudüs’te kadın, çocuk, bebek, genç, yaşlı demeden 70 bin kişiyi kılıçtan geçirmişlerdir.

Tevhide düşman olan batı dünyası, Amerika’nın gerçek sahibi olan 100 milyon Kızılderili’nin bir kısmını ateşli silahlarla, bir kısmını da iyilik kisvesi altında, veremli hastaların battaniyelerini göndermek suretiyle milyonlarca insanın ölümünü planlayarak gerçekleştirmişlerdir.

Tevhidi reddeden ve şirke hizmet eden batılı toplumlar yine kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden insanların üzerine atom bombası atarak milyonlarca insanı bir anda öldürmüştür. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında Batı toplumunun öldürdüğü insanların toplam sayısı, 100 milyon olarak ifade edilmektedir.

Tevhidin yerine şirki ikame etmek isteyen batı toplumlarının Afrikada öldürdüğü, kadın, çocuk, genç ve yaşlıların sayısı ise düşündüklerinizin de ötesindedir. Fransa’nın 3 ay içerisinde 100 bin Ruandalıyı öldürdüğünü düşünürsek, 132 yıl sömürdüğü Cezayir’de yaptığı katliamları düşünmek bile dehşet vericidir. Bütün bunların ana sebebi, batı toplumlarının Tevhid’den uzaklaşması, yoldan çıkması, doğru olan ahlaki tavırlardan uzaklaşarak şirke bulaşmasıdır.

Tevhidin kabul edilmediği bütün toplumlarda, adalet ve merhamet anlayışı da bozulmuş, fertler bencilleşmiş, toplumlar çözülmüştür.

Allah, şuan yeryüzü misafirhanesinde yaşattığı bütün kullarına, Türklere, Kürtlere, Farslara, Araplara, Pakistanlılara, Hindistanlılara, İngilizlere, Fransızlara, Çinlilere, Japonlara, Malezyalılara, Arnavutlara, Çerkeslere, Gürcülere, Ruslara, yeryüzündeki tüm insanlara:

وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ

Hepinizin ilâhı, tek ilâh olan Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân ve Rahîm’dir.” (Bakara, 163) buyurmaktadır.

Zira Tevhid, İslam inancının özünü oluşturan en temel ilkedir. Yaratılışla beraber bütün peygamberlerin Allah adına ortaya koydukları akidedir. Tevhid Sadece Allah’ın zatına yönelik söylemler olmayıp Allah-kâinat ilişkisinin nasıl işlediğini belirleyen bir inanç sistemidir. Bu bağlamda düşünüldüğünde tevhid; inanç, ibadet ve muamelat unsurlarının birbirleriyle anlamlı bir birlikteliğin(in) sonucudur.

Zira Tevhid, İslam inancının özünü oluşturan en temel ilkedir. Yaratılışla beraber bütün peygamberlerin Allah adına ortaya koydukları akidedir. Tevhid sadece Allah’ın zatına yönelik söylemler olmayıp Allah-kâinat ilişkisinin nasıl işlediğini belirleyen bir inanç sistemidir. Bu bağlamda düşünüldüğünde tevhid; inanç, ibadet ve muamelat unsurlarının birbirleriyle anlamlı bir birlikteliğinin sonucudur. İnsanın ve kainatın aynı kudretin eseri olarak ortaya çıktığını göremeyen nasipsiz gönüller, kendilerini karanlıkta bırakmayı tercih etmişler, taptıkları kişi ya da heykelleri korumak için, en büyük sermayeleri olan ömürlerini heba etmişlerdir.

لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ

Oysa bu sözde ilâhların onlara yardım edecek güçleri yoktur. Aksine, asıl kendileri onları korumakla görevli asker durumundalar.” (Yâsîn, 75)

Bu ayet, Lât, menât, Uzza ve Hubel isimli heykeller için ömrünü zayi etmiş olan, Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin ne kadar boş bir dava için ebedi bir ateşi tercih ettiklerini gözlerimizin önüne serdetmektedir. Çağdaş dünyanın putları ve onlara hizmet edenler tarihte yaşamış bu olaylardan ders çıkartmalı değil mi ?

Mısır’ın kralı olan Firavun, ekonomi patronu Karun, Firavun’un iş bitirici bürokratı Hâmân nerede şimdi ?

وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُم مِّنْ أَحَدٍ أَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا

Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi birinden (bir varlık emâresi) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun?” (Meryem, 98)

Dünyanın geçici zevkleri insanları önce aldatıyor sonra da zarar verip geçip gidiyor. İmtihan için geldiğimiz, telafisi de olmayan şu dünya hayatımızı ellerimizle yaptığımız bir heykel için hebâ etmeye değer mi ? Elbette değmez ama bu gerçeği ancak iman sahipleri görebiliyor.

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 256)

Nuh Peygamberin oğlu da olsanız, İbrahim gibi ulu’l azam bir peygamberin babası da olsanız, kimse sizi Cennet’e zorla sokamaz. Hak ve bâtıl, ayan beyan ortada olduğundan, sadece ve sadece, ancak “isteyenler” Cennet’e girebileceklerdir.

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ

İbrahim, babası Âzer'e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.” (En-âm, 74)

Tevhidin sembolü olan İbrahim (a.s.)’ın babası da olsa doğrunun en açık şekilde kendisine ifade etmesi, Ümmet-i Muhammed için örnek olması gereken önemli bir tavırdır.

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ

İbrâhim’de ve beraberindeki müminlerde sizin için uyulması gereken güzel bir örnek vardır. Onlar putperest kavimlerine şöyle demişlerdi: “Biz kesinlikle sizden de sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan da uzağız. Sizi ve bâtıl dîninizi reddediyoruz. Sizinle bizim aramıza, siz sadece tek olan Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret girmiş bulunmaktadır...” (Mümtehine, 4)

İbrahim (as.)’ın mücadelesini bizlere beyan eden Allah (c.c), onun bu tevhidi duruşunu örnek almamızı murâd ederek İbrahim’in neslinden gelen Muhammed Mustafa (s.a.v.) için şöyle buyurur:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا

Allah Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhirete kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için her bakımdan uyulması gereken mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

قُلْ اِنَّني هَدٰيني رَبّي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ ديناً قِيَماً مِلَّةَ اِبْرٰهيمَ حَنيفاً وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكينَ ﴿١٦١ قُلْ اِنَّ صَلَاتي وَنُسُكي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمينَ ﴿١٦٢ لَا شَريكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِمينَ ﴿١٦٣ قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغي رَباًّ وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَا وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿١٦٤

De ki: "Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk'a yönelen İbrahim'in dinine iletti. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi." (161) Ey Muhammed! De ki: "Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir." (162) "O'nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim." (163) De ki: "Her şeyin Rabbi o iken ben başka bir Rab mı arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.” (164) (En’âm, 161-164)

Allah’ın, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’e ihsan ettiği din, yeni ortaya çıkmış bir şey değil, hanif olan, Allah’ın birliği inancı üzerine binâ edilen Hz. İbrâhim’in Tevhid dininin aynısıdır. Her ne kadar yahudiler, hıristiyanlar, müşriklerden her biri, kendilerinin Hz. İbrâhim’in dinine mensup olduklarını iddia etseler de, İbrâhim (a.s.)’ın onlarla hiçbir ilişkisi yoktur. Zira O, Tevhid dinini tebliğ eden büyük bir peygamberdir. Bizler de onu her “tahiyyat” okuyuşumuzda anarak, tevhid sancağının gölgesinde kalacağımızı her namazımızda ifade ediyor, Kuran’ın talebesi olarak müşriklere meydan okurcasına:

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

Şunu bilin ki ben, dupduru bir iman ve teslimiyetle yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim. Ben müşriklerden değilim.” (En-âm, 79) diyoruz.

Bu dosdoğru dinin hususiyeti, her türlü ibâdetin, hayat ve ölümün sadece Âlemlerin Rabbi Allah için olmasından kaynaklanmaktadır. Bu hak dinde Allah’a hiçbir konuda ortak koşulmaz. Peygamber (s.a.v.)’e bu iman emredildiği gibi, ona inanan herkese de bu akide emredilmiştir. Bâtıl dinler, insanları insanlara kul köle yaparken, sömürmeye niyeti olanlara da sömürü düzeni için uygun, elverişli bir sosyal ortam oluşturmaktadır.

Gönderilen 124 bin peygamberin getirdiği dini bozanlar hep müşrikler olmuştur. Bugün Hıristiyanlık ya da Yahudilik diye adlandırılan ve dünyadaki 2 milyar insanın inandığı bu dinleri bozanlar da müşriklerdir. Bu sebeple Müslümanların en fazla dikkat etmesi gereken şey, müşriklerden, şirkten ve şirke götüren sebeplerden uzak durmasıdır.

Namaz ve Put bir araya getirilebilir mi? Elbette “hayır” Ama bu hakikati itiraf eden müşriklerin meselenin özünü bile bile inkar etmesi, gerçekten manidardır.

قَالُواْ يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاء إِنَّكَ لَأَنتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ

Dediler ki: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı putlarımızı bir yana bırakmamızı veya bizzat kendi mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı / ibadetin mi/dinin mi emrediyor? Bunu senden beklemezdik. Çünkü sen yumuşak huylu, vakur, aklı başında bir adamsın.” (Hud, 87)

Görüldüğü gibi o dönemin müşrikleri, namaz ile putlar arasında bir bağ kurmuş, Allah’a secde eden, namaz kılan kimsenin şirkle temasının olmaması gerektiğinin farkına varmışlardır.

Düşmanları tarafından bile, “ağırbaşlı ve aklı başında biri” olarak tanınan Şuayb (a.s) bugün bizler için de örnek alınacak büyük bir peygamberdir.

Tevhid ehlinin hayırlarda yarışmadığı dönemlerde, şirk ehli her zaman kendi düzenini kurmuş ve sınıflandırdığı bir takım insanlarla beraber, kendilerinin dışında kalan insanlara zulmetmişlerdir. Şirk ehli kendini her daim soylu, birinci sınıf ve aristokrat, seçilmiş olarak görür. Diğer insanlar ise onlar için “primat/insanımsı” hükmündedir. Bu sebeple Müslümanlar, ellerinde olan imkanların en üst seviyede kullanmadıkça vebal altındadır.

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ فِي الأَذَلِّينَ كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ

Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.”, “Allah ve Rasûlü’ne karşı çıkanlar, evet onlar, mağlubiyete uğrayıp en zelîl ve en alçak kimseler arasında olacaklardır.”, “Çünkü Allah: “Ben ve peygamberlerim mutlaka ve mutlaka gâlip geleceğiz” diye hükmetmiştir. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, karşı konulamaz bir kudrete sahiptir.” (Mümtehine, 19-21)

Dünyadaki tek tevhid dini olan İslâm, bir olan Allah'ın, son elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği son ve mükemmel dindir. İslâm'ın gelmesiyle, önceden gönderilmiş olan elçilere vahyedilen hükümler bölgesel ve muvakkat yani geçici süreli olduğundan bağlayıcılıkları sona ermiştir. Allah’ın göndermiş olduğu son din olan Tevhid dini İslâm’ı kabul eden kimseye Müslüman denilmektedir. İslâm'ın en son, kusursuz ve Allah katında yegâne mûteber dindir.

 الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا

"Bugün sizin dininizi, sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki nîmetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim" (Mâide, 3)

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmeyecektir ve o, âhirette hüsrâna [büyük zarara] uğrayanlardan [olacak]tır." (Âl-i İmrân, 85)

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ

"Allah katında yegâne [hak] din İslâm’dır." (Âl-i İmrân, 19)

Evet, Allah katında kabul gören tek din, İslâm’dır. Bütün nebiler/rasuller toplumlara tevhidi anlatan İslam Dinini tebliğ etmişlerdir. Önceden gönderilen nebiler ve rasuller kendi kavimlere gönderilirken; son peygamber Muhammed (s.a.v.), kendi zamanındaki insanlar başta olmak üzere, Kıyamet’e kadar gelecek olan bütün insanlara gönderilmiştir. Bu sebeple, insanlar bugün dünyanın neresinde yaşıyorlarsa yaşasınlar, Muhammed (s.a.v)’i ve O’na vahyedilen Kuran-ı Kerim’i kısaca İslam Dinini kabul etmek ve Son Peygamberin yolundan yürümekle sorumludurlar.

Tevhid dini olan İslam’ın daveti Mekke’de başlamıştır. Bu Kuran-ı Kerim’de şu şekilde zikredilir:

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ

Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. Muhatapların bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemde olacaktır.” (Şûra, 7)

Son Elçinin tevhid tebliği, Mekke’de başlamış ama Mekke ile sınırlandırılmamıştır. Rasulullah tebliğine Habeşistan, Medine, Necid, Hayber, Bahreyn, Umman, Tebuk, Mute, Irak, Suriye ile devam etmiş. Bu bölgeler tevhid dinini kabul etmiş, İslamlaşmış, bunların ardından Rasulullah (s.a.v.) Bizans’a, Yemen’e, İran’a İslam’a davet eden elçiler ve mektuplar göndermiştir. Zira Muhammed (s.a.v) tevhidden uzaklaşan milyarlarca insanı tevhide davet etmekle görevlendirilmiş ve şöyle buyurmuştur:

Diğer peygamberler kendi kavimlerine hususi olarak gönderilmiş, fakat ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.” (Buhari, Teyemmüm, 1, Salat, 56; Müslim, Mesacid,3; Nesai, Gusul,36; Darimi, Salat, 111)

Zira âyet-i kerimelerde de:

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ فَإِذَا جَاء رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

Her ümmetin bir rasulü vardır. Rasulleri kendilerine geldiği zaman, onların aralarında adaletle hükmedilir ve hiç kimseye asla zulmedilmez.” (Yunus, 47) buyurulmuştur.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

Seni âlemlere rahmet olman için gönderdik.” (Enbiya, 107) ve

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

(Rasûlüm!) Biz seni bütün insanlığa bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik, lâkin insanların ekserîsi bunu bilmezler.” (Sebe, 28) buyurularak son peygamber Muhammed (as.)’ın bütün insanların peygamberi olduğu açık açık beyan edilmiştir.

Bütün bu ayetler, İslam’ın güneşin girdiği her yere gireceğinin müjdesini veren Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Gece ve gündüzün ulaştığı her yere İslam ulaşacaktır. Allah, ister kerpiçten isterse deve kılından yapılsın İslam’ın girmediği hiçbir ev bırakmayacaktır. Bu, kimi için izzet, kimi içinse zillet olacaktır. Allah, İslam’ı aziz eyleyecek, küfrü ise zelil kılacaktır.” (İbn Hanbel, IV, 104.)

İslam; evreni, hayvanları, bitkileri, cemâdâtı, fiziği, kimyayı, biyolojiyi, matematiği ve kuantumu yaratan Allah’ın göndermiş olduğu din olduğundan, İnsan fıtratına uygun bir dindir. İslam Peygamberi bunu şu şekilde beyan eder:

Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhâri, Cenâiz, 92)

İslam, insanın fıtratına dönmesini ister. Ve bu dönüş şirkin yaygın olduğu toplumlarda kişilere bedel ödetir. Rasulullah (s.a.v.) “Allah’tan başka ilah yoktur” hakikatini ashabına anlattığında, ashab-ı kiramın bu hakikate inanması ve yaşaması, bazılarının canına, bazılarının ailesine, bazılarının da mallarına mâlolmuştur.

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرًا

Kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygamber’e aykırı davranır, müminlerin yolundan başka bir yol tutarsa, onu döndüğü o bâtıl yolda bırakır ve cehenneme atarız. Cehennem ise, varılacak ne kötü bir yerdir. (Nisa, 115)

İslam’ın evrensel olan temel ilkeleri, bâtıl dinlerin ehemmiyet vermediği, fırsatını bulduklarında bu prensiplerin aksine faaliyetleri icra ettikleri tecrübe ile sabittir. Kıyamet’e kadar geçerli olan bu prensipler: Can Emniyeti, Nesil Emniyeti, Mal Emniyeti, Din (İnanç) Emniyeti, Akıl Emniyeti’dir ki bunlar İslam şeriatının genel maksatlarıdır. Zarûrât-ı diniyye de denilen İslam’ın hükümlerinin ortak noktası olan bu şer’î hükümlerin temel maksadları, hak olan dinin de göstergesidir. Zira İslam’ın dışında kabul edilen dinlerin uygulamalarına baktığımızda, onların insanları tek tip haline getirmek için zorbalık yaptıklarını, zulmetmekten çekinmedikleri, milyonlarca insanı gözlerini kırpmadan katlettiklerini görmekteyiz. En son SEDNAYA cezaevinde yaşananlar, Myanmar, Arakan’daki uygulamalar, Bosna Hersek’te Srebrenica’da yapılanlar, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da, Afrika ülkeleri vb. yerlerde yapılan katliamlar bu durumu bize açıkça göstermektedir.

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ

Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azabı müjdele!” (Âl-i İmrân, 21)

Şirk, en büyük zulümdür.” (Lokman, 13) ve zulümle ayakta kalmaya çalışır. Kuran-ı Kerim bu konuyu sıkça gündeme getirir. Kabil’in katil olmayı tercih etmesiyle başlayan küfür ve şirk hareketi başlayan kötülük, Nuh Nebi’nin öldürülesiye dövülmesiyle devam etmiş, aynı zihniyet İbrahim Nebiyi ateşe atarak cezalandırmak istemiş, Lut Nebi’nin kapısına dayanarak onu tehdit etmiş, Zekeriyya ve Yahya peygamberi şehid etmiş, İsa Nebiyi öldürmek istemiş, Muhammed Mustafaya suikast yapmıştır. Tevhid sancağını dalgalandıran Habibi Neccar’ın, Ashabi Kehf gençlerinin, Ashabı Uhdud’un adı, davaları adına can verdikleri için âlemlerin Rabbi’nin kelamı arasında yerini almıştır.

Tevhid sancağını elinde tutan Nebileri, sıddıklar, şehitler ve salihler takip etmiş, bu uğurda, Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Mus’ablar, Hamzalar, Talhalar, Zübeyrler, Ebu Ubeydeler, Sa’dlar ve Ubeydullahlar önden koşmuş. Hasan-ı Basriler, İmam-ı A’zamlar, İmam Şâfiler, İmam Malikler ve İmam Hanbeller onların ardı sıra yürümüş. Gönlünü Allah’a bağlayan hiçbir can bu yolda yürümekten bir an geri durmamış, Şah-ı Nakşibendler, İmam-ı Rabbaniler, Gazzaliler, Mevlanalar, Yunuslar, Saidler, Erbilliler, Gönenliler, Ali Haydarlar, Sütçü İmamlar, Şeyh Şamiller, Necmeddin-i Kübralar, Molcom X’ler, Senusiler ve Gazzeliler bugüne gelene dek Tevhid Sancağını yere düşürmemiştir. Bugün ise vazife bizdedir.

Bütün bunların neticesinde son söz olarak şunu söyleyebiliriz ki: Kurtuluş, Tevhid Dini İslam’ın yolunda gücümüz yetiyorsa koşmak, yetmiyorsa yürümektir. Selamet, hidayete tâbi olanların olacaktır.

VAAZI İNDİR

Hazırlayan: Mehmet Çatallar / Sakarya İl Vaizi

Facebook Yorumları