menu
AHLAKLI NESİLLER İÇİN EĞİTİM ve ÖĞRETİM
AHLAKLI NESİLLER İÇİN EĞİTİM ve ÖĞRETİM
Haftanın Vaazı.. 06.09.2024 tarihli; "Ahlaklı Nesiller İçin Eğitim ve Öğretim" konulu Haftanın Vaazı sitemize eklenmiştir..

Ahlaklı Nesiller İçin Eğitim ve Öğretim

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Hamd, insana ilk emri “oku” olan ve ilmin membaı, aynı zamanda insanların ilk muallimi olan alemlerin Rabbine, salatü selam  tüm peygamberlere ve  özellikle “beşikten mezara kadar ilim talep edin” diye buyuran Peygamber Efendimize olsun…

Kıymetli Müminler,

 Allah izin verirse önümüzdeki pazartesi günü 2024-2025 yılları eğitim sezonu başlayacak. Milli Eğitim bakanlığımızın 2021-2022 istatistiklerine göre, yaklaşık 20 milyona yakın öğrenci okula gidiyor ve eğitim görüyor. (meb/2021-2022 istatistikler). Yeni eğitim sezonunun çocuklarımız, milletimiz, devletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, yavrularımıza başarılar diliyoruz. Yüce Rabbimiz çocuklarımızı faydalı ilimlerle teçhiz eylesin. 

Kıymetli Müminler!

İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür. (Bediüzzan, Sözler 2. Söz Sf:423)  Hiçbir şey bilmez halde dünyaya gelen insan, Allah’ın ona verdiği öğrenme kabiliyeti ile kamil insan olma gayreti içerisinde bulunmalıdır. (Nahl-78) Böylece ahseni takvim üzere yaratılan insan talim ve terbiye ile kemalata ulaşır. Talim, hikmet ile öğretmek, terbiye ise talim edilen bilgiyi davranışa dönüştürmek demektir. “Talim ve terbiye“  kelimeleri günümüzde „eğitim ve öğretim“  diye geçmektedir.

İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, sürekli öğrenen ve daima daha iyiye ve daha güzele ulaşmaya çalışan bir varlıktır. Müslüman için bu öğrenme durumu biraz daha özel bir gayeye matuftur ki, o da; faydalı ilimler öğrenip insanlığa yararlı olma ve hayatını salih ameller ile yeşertip böylece Rabbinin rızasını kazanmaktır. 

İnsanın her açıdan kemale ermesi, ancak doğru bilgi ile donanması, Rabbini tanıması ve O’na gönülden iman etmesiyle mümkündür. O yüzdendir ki, Rabbimizin ilk emri “namaz kıl” veya “oruç tut” değil de ilk emri “Oku” olmuştur (A’lak – 1). İlim ise payelerin ve rütbelerin en büyüğüdür. Ebu Derda r.a.’ın naklettiği şu hadis-i şerif, ilim öğrenmenin önemini ve ilmin üstünlüğünü çok açık bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir.

   مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَبْتَغِى فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِى السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِى الأَرْضِ حَتَّى الْحِيتَانُ فِى الْمَاءِ وَفَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ »

“Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah"a yakarır. Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur. ” (( Tirmizî, İlim, 19))

İnsan için uğrunda yorulmaya, sıkıntı çekmeye değer en hayırlı gaye, bilgidir. Bilgi yoluna adanmak, bilgi uğrunda ortaya konulan iradî bir tavra işaret etmekte olup, gönüllü girilen bu yolda, gerekirse pek çok dünyevî zevk ve menfaatten mahrum kalmayı, çile ve zorluklara göğüs germeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda, sadece dinî bilgiye ulaştıran değil, insanlığa faydalı olan her türlü bilgi ve yönteme götüren yol kıymetlidir. Esasen insan bilmekle yücelir. Cenab-ı Hak bu hakikati Zümer suresi 9. Ayeti kerimesinde şu şekilde dikkatlerimize arz ediyor: 

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِࣖ 

“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu! Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar.” 

Yaratıldığında Hz. Âdem’e meleklerin secdesi, onun bilgisinden dolayı olduğu gibi, dünyada da meleklerin insana tazim ve saygısı aynı sebepten ötürü devam etmektedir.

Eğitimden Murad Allah Rızası Olmalı!

Değerli Mü’minler!

İslam, hayatımızın her safhasına dokunan, mubahı ve hatta günahı bile sevaba çevirme imkanı veren, hayatımıza anlam kazandıran mükemmel bir ilahi sistemdir. İslam’a göre Allah rızası için, samimi duygularla yapılan her şey salih amel olarak kabul görür ve sahibini hem Allah katında, hem melekût aleminde ve hem de insanlar içinde saygın bir konuma getirir. Bu zaviyeden bakıldığı zaman Müslümanın eğitimden muradı; bir taraftan ele güne muhtaç olmadan hayatını idame ettirebilme fırsatını elde etme, bir taraftan da öğrendiği ilimler ile tüm insanlara faydalı olmak lütfuna mazhar olmaktır. Çünkü Müslüman, insanların en hayırlısının insanlara faydası dokunan kişi olduğunu bilir. Dolayısıyla dünyanın sınırlı menfaatinden çok ahiretin sınırsız ödüllerine nail olmayı hedef edinir. Bu hedefe nail olabilmesi için önce Rabbini sonra da kendini iyi tanıması gerekir. Yunus Emre’nin de dile getirdiği gibi;

İlim ilim bilmektir

Ilim kendini bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Ya nice okumaktır

O halde ilim öğrenmekte öncelikli maksadımız A’lak Suresinde ki “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrine mütenasip Rabbimizin adıyla okumak, yani  kainat kitabını okuyup tefekkür etmek ve böylece Rabbini tanımaktır. 

Bediüzzaman’a bazı gençler gelir ve öğretmenlerinin okulda dinden imandan bahsetmediklerini belirterek, “Bize Halikımızı tanıttır, zira muallimler Allah’tan bahsetmiyor” diye bir talepte bulunurlar. Bediüzzaman onlara:

“Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” diyerek nasıl bir okuma yapılması gerektiğine işaret ediyor.

Eğitimden Muradımız, Edep- Ahlak ve Maneviyat Olmalı!

Değerli Müslümanlar!

İnsanların en büyük muallimleri Peygamberlerdir. 

Peygamber efendimiz bir gün mescide girdiğinde bir kısmı tilavet ve dua ile, bir kısmı ise ilimle meşgul olan iki topluluk görünce, her iki grubun da hayırlı bir işle meşgul olduğunu ifade ettikten sonra “Ben muallim olarak gönderildim.” buyurarak ilimle meşgul olanların yanına oturmuştur. (İbn Mâce, Sünen, 17.) 

Muallim, bilen ve bildiğini öğreten, talebesini eğiten kişidir.Peygamber Efendimiz de muallim olarak tevhidi öğrettikten sonra gönderiliş sebebini şöyle ifade ediyor: “Şüphesiz ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” (Muvatta’, Hüsnü’l-huluk, 8) Efendimiz bu beyanı ile eğitici durumundaki tüm anne-babalara, hocalara, öğretmenlere, aynı hassasiyetle güzel ahlakı öğretmelerini emrediyor. 

Çocuk terbiyesi ile ilgili olarak Peygamber Efendimizin o meşhur hadis-i şerifi mevzuyu net bir şekilde açıklığa kavuşturuyor. Peygamber Efendimiz s.a.v.:

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ

“Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunmamıştır.”[ Tirmizî, Birr, 33] buyurarak, anne-babaların evlatlarına vereceği en önemli eğitimin edep ve terbiye olduğunu zikretmiştir. Zira edep Müslümanın en güzel süsüdür. Gönül ehli büyüklerimizin de dile getirdiği gibi:

“Edep bir taç imiş nur-ı Hüda’dan 

Giy ol tacı emin ol her beladan”

Eğitimde her şeyden önce edep öğretilmeli. İlmi olup edebi olmayanın elinde ilim garip kalmıştır. Edepten mahrum olup ilim sahibi olanlar, Yüce Rabbimizin teşbihi ile kitap yüklü merkepler gibidir. (Cuma-5)  Edepli insan manevi olarak bir tac giyinmiş gibidir. Öyle insanı  herkes sever, hatta düşmanı bile sever. Edep harama karşı koruyucu bir zırh, helale rağbet ettiren bir çekim alanına sahip bir değerdir. Edepten yoksun olan birey, her şeyden yoksun demektir. Mevlana’nın da dediği gibi;

“Edeptir kişinin daim libası

Edepsiz insan üryana benzer.”

Değerli Genç Kardeşlerim!

Edeple bezenmiş bir öğrenci, Rabbine karşı ibadetlerinde, öğretmenlerine karşı davranışlarında, ana-babasına ve nihayet içinde yaşadığı topluma ve vatanına karşı vazifelerini icra ederken kendisinden sadece güzellikler sadır olur. Edepli öğrenci Hz. Ali’nin düsturunu kendine rehber edinir. “Bana bir harf öğretene 40 yıl köle olurum” diyen Hz. Ali, “Edebin ne kadar önemli olduğunu bilseydiniz, Allah’tan rızık değil de edep isterdiniz” buyurmuştur.

Kıymetli Mü’minler!

 Milletlerin, ailelerin ve bireylerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için ahlâkın ehemmiyeti büyüktür. Geçmişte ve günümüzde birçok cemiyetin geçirdiği bunalım ve huzursuzluğun, nihayet bir ahlâkî çöküşe dayandığı söylenebilir. Güzel ahlâkın, toplumları yaşatan büyük bir güç olduğu; kötü ahlâkın da toplumları çökerten bir zafiyet kaynağı olduğu, tarihî hâdiselerle ispatlanmıştır.

Toplumun kalkınmasının, mutluluğunun ve huzurla varlığını sürdürmesinin temelinde güzel ahlâk yer alır. O halde eğitimin önceliklerinden biri de Ahlak olmalı. Edep, haya, doğruluk, cömertlik, güvenilirlik, fedakarlık, sözünde durmak, kadirşinaslık gibi erdemlerin aile ortamında öğretilmesi gerektiği gibi, okul ve çevrenin de bu erdemlerin meleke haline dönüşmesi için desteklemesi gerekiyor. Edeb ve güzel ahlakın olmadığı bir eğitimin faydalı olması beklenemez. 

Bu gün gerek medyanın yıpratıcı etkisi ile gerekse velilerin yanlış tutumları sebebiyle öğretmenlere saygısızlık yapılması, kabul edilebilir bir şey değil. Kendisine bir harf öğretene 40 yıl köle olmayı vefa borcu gören bir zihniyetin membaı edep ve güzel ahlaktır. 

Mısır seferi, Osmanlı tarihinde bir padişahın katıldığı en uzun süreli sefer-i hümayundur. Mısır fethedilip İstanbul’a dönülürken Adana civarına gelindiğinde ordu şiddetli bir yağmura yakalanır. Ortalık çamur deryasına dönmüştür. O bölgede konaklama kararı verilir. Ertesi gün yolculuğa devam edilir. Sultan Selim Han, devrinin büyük ilim adamlarından Kemal Paşazade ile sohbet ederek yol almaktadır. Bir ara Kemal Paşazade’nin atı tökezler ve atın ayağından sıçrayan çamur, padişahın kaftanını kirletir. Kemal Paşazade son derece mahcup olmuştur. Yavuz Sultan Selim, bu büyük ilim adamını mahcup etmemek için hizmetçilerine der ki:

“Ulemâdan sıçrayan çamur medâr-ı zînet ve bâis-i mefharet olur. Öldüğüm zaman bu kaftanı üzerime örtün”. 

Yavuz’un bu vasiyeti alimlere, hocalara ve öğretmenlere ne denli saygı gösterildiğinin en canlı şahididir. Hal böyle iken, öğretmene saygısızlık yapmak, laf yetiştirmek, el kaldırmak veya Allah korusun canına kasdetmek gibi tavırlar sergileniyorsa bu hatanın membaını başta yetkililer ve tüm veliler iyice düşünmelidirler. 1400 yıllık kadim geleneğimizde muallimlere saygı, hürmetten başka bir duygu-davranış görülmüş değildir. 

Eğitimden Muradımız Milli ve Manevi Değerleri Tanımak ve Sahip Çıkmak Olmalıdır!

Eğitimde hedefimiz, şahsi menfaatlerimizin üstünde ümmetin menfaatlerini, tüm insanlığın menfaatlerini öncelemek ve kendini ona göre yetiştirmek olmalıdır. Furkan suresi 74. ayet-i kerime bizlere böyle bir hedefimizin olması gerektiğine dair uyarıyor. 

وَالَّذٖينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَاماً

Onlar, “Ey rabbimiz!” derler, “Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap!” (furkan-74) 

Müslümanlardan kendini ilim ve irfana, din ve dünya işlerine verip söz sahibi olanların her zaman sosyal hayatta örnek olmaları, toplumun ve ülkenin güven ve huzuru, refah ve selameti, aynı zamanda devamlılığı için gereklidir. Kur’an-ı Kerim bu ayeti kerime ile önderlik ve liderliği ancak bu gibi faziletli ve bilgili dindarlara layık görmekte ve onları bu konuya teşvik etmektedir. (İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri / Celal Yıldırım)

Kur’an-ı Kerimin muhatabı olan biz Müslümanlar ise bir taraftan yavrularımıza bu duygularla dua etmeli öteki taraftan bu yüce mefkûreye sahip olmaları ve bu hedefe ulaşabilmeleri için eğitimi ciddiye almaları gerektiği bilincini oluşturmalıyız. 

Fatih Sultan Mehmet’in Hocası Molla Gürani akşamları her öğrencinin odasını aydınlatan mumlarının söndüğünü görmesine rağmen Fatih’in odasının hala aydınlık olması dikkatini çeker. Bu merakını gidermek için Fatih’e sorduğunda, Fatih; “Üstadım İstanbul’un fethi şerefine nail olmak için çalışmalar yapıyorum” diye cevap verince Molla Gürani:

“Evlâdım! Bu büyük zafere nâil olmanı cân ü gönülden arzu ederim. Lâkin ben, senin câhil bir sultan olmanı değil, âlim, ehl-i kalb ve firâset sahibi bir hükümdar olmanı isterim. Dolayısıyla senin, maddî ve mânevî her türlü eğitimini tekmîl ettikten sonra o büyük fethe seferber olman, ruhumun en büyük emelidir...” der. Molla Gürani genç Fatih’e gerek dünyevi gerek uhrevi muvaffak olmanın yolunun eğitimden geçtiğini ifade ediyor. 

Çocuklarımıza sadece kendi gelecekleri ve özel hayatlarına matuf hedef göstermek elbette eksik ve yanlış bir yöntemdir. Bu ümmetin yeni Ömerlere, Halid bin Velidlere, Selahaddini Eyyübilere, Hz. Aişelere, Hz. Fatımalara, Fatihlere, İbn-i Sinalara, Harezmilere, Ali Kuşculara, Farabilere ihtiyacı var. Eğer  idarecilikte, tıp alanında, teknoloji dalında, sanatta böyle güzide insanlar yetiştiremezsek, birilerinin kurduğu sistem içerisinde varlık mücadelesi vermeye çalışır ama Allah’ın “inanıyorsanız en üstün sizsiniz (Ali İmran-139) müjdesine nail olamayız ve dolayısıyla İslam Medeniyetinin o şaşalı dönemlerini tekrar yakalayamayız. Bu ise istenilen  bir durum değildir. Çocuklar „önce vatan-millet, sonra ana ve yar“ şuuruyla yetiştirilmeli. Eğitimde bu bilinç kazandırılmalı. Ecdadını karalayan, sözüm ona tarafsızlık ilkesiyle atalarında kusur bulup bunu yeni nesillere anlatan bir eğitmen bir öğretmen ancak o neslin köklerinin kurumasına sebebiyet verir. Kimsenin buna haddi de hakkı da yoktur. Merhum Mehmet Akif’in dile getirdiği gibi:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Bu, ecdadımızın kusursuz olduğunu iddia etmek değil. Elbette onlarda insandır ve noksanları vardır. Bu muhakemeyi ibret nazarıyla yapabilecek olan kişiler, işin erbabı olan ilim adamlarıdır, yöneticilerdir. Tarih tekerrür etmesin diye hatalardan ders alınır ve alınmalı, bu apayrı bir şeydir. Lakin masum dimağlara sahip çocuklara ecdadımızın kahramanlıklarını anlatmayıp sadece bu hatalardan bahsetmenin faydadan çok zarar vereceği her türlü izahtan varestedir.

Evet eğitimde gençlere bu ruh verilmedikten sonra, batının kirli yüzünü bilmeyen yeni nesil ecdadına düşman olup özgürlüğü ve insanca yaşamayı onlardan umacaktır. Dolayısıyla doğru ve yanlı tarih anlatımıyla yani ecdadın kahramanlıklarını, adaletini, bilime sağladığı katkılarını anlatıp, özüne vurgun,  dini, vatanı ve milleti için kalbi çarpan nesiller yetiştirmek eğitimden muradımız olmalıdır.

Eğitimden Muradımız, Bireysel ve Toplumsal Huzur ve Kalkınma Olmalıdır!

Yüce dinimiz İslam'ın tarifini yaparken; dünya ve ahiret saadetini temin eden ilahi emirler bütünüdür diye tarif ederiz. Bu güzel dinin baş öğretmeni Hz. Muhammed a.s. verdiği eğitimle cahiliye toplumunu saadet (mutlu) toplumuna dönüştürmüştür. O (a.s)., insanları eğitirken kişinin kendisi için istediğini kardeşi için de istemesini, insanlara faydalı olmasını, komşusu açken tok yatılmamasını, ailesine, akrabasına ve komşusuna  iyi davranmasını emretmiştir. Yetimlere, zayıflara iyi davranılmasını, fakirlere infak edilmesini, kötü söz söylenmemesini emretmiştir. Tabi O muallime kulak veren o güzide insanlar mutlu toplum parolası ile tarihe imza atmışlardır. Böylece, dişsiz olan mazlumları kardeşlerinin yediği o canavar toplumdan, karınca incitmeyen, kendi mutluluğunu kardeşinin mutluluğunda arayan bir toplum ortaya çıkmıştır.  

Bir kişi ile başlayan bir dava kısa zamanda neredeyse cihanın her tarafına yayılmıştır. Öyle ki; güzel ahlakları ile gönülleri fethetmiş ve bir çok insanın Müslüman olmasına vesile olmuşlardır. Adaletleri ile gönülleri fethedip, Katoliklerden baskı gören Ortodokslar’a ‘Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz’ dedirtmişlerdir. (Kırıkkale Üniversitesi 2. Uluslararası İslam Medeniyetinde Birlikte Yaşama Tecrübesi Sempozyumu). 

İşte eğitim, insana bu yüce değerleri öğrettiği sürece, kendisiyle ve devletiyle barışık huzurlu bireyler yetiştirecek ve toplumsal huzur elde edilmiş olacaktır. Sohbetin başında da belirtiğimiz gibi, eğitim Rıza-i Bari’yi kazanmak için bir araçtır. İnsana, yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğu şuurunu veren, yaptığı her şeyden ve söylediği her sözden Allah’a hesap vereceğini bilmesidir  eğitim. Böyle de kalmalıdır.

Eğitim ve Öğretimden Muradımız İnsan Kaynaklarını Doğru Değerlendirmektir!

Allah insanları görüntü olarak farklı yarattığı gibi kabiliyet olarak da farklı yaratmıştır. Çünkü hayatımız çok yönlü bir yaşam döngüsünden ibarettir. Bir taraftan çiftçilik yapılmalı, bir taraftan hayvancılık, bir taraftan temizlik hizmetleri yürütülmeli, bir taraftan sağlık hizmetleri yürütülmeli yine bir taraftan sanayi ve teknolojide hamleler yapılmalı. 

İşte eğitim ve öğretim ile iştigal eden yetkililer kendilerine uzun yıllar boyunca emanet ettiğimiz çocuklarımızın her birini birer zenginlik olarak görmeli ve herkesin istidadına göre meslek dallarına yönlendirmeli. Çünkü çocuklar ve genç nüfus geleceğin mimarları ve bir ülkenin sahip olduğu en büyük zenginliktir. Onlar iyi yetişirse gelecekten ümitvar olmak mümkün olacaktır. Sorgulama ve sistemli düşünmeyi öğrenmiş, muhakeme yeteneği kazandırılmış vicdanlı nesiller ile geleceğe umutla bakılabilecektir.

Şanlı medeniyetimizin en güzide kurumlarından biri olan Ahilik teşkilatı öncelikle bir eğitim öğretim kurumu idi. 

Çocuklar daha küçük yaşlarda ustaların yanlarına yamak olarak verilir ve ilk olarak okuma-yazma öğretilir bu esnada çocuğun dini bilgileri ikmal edilir, haram-helal duyarlılığı oluşturulur ve güzel ahlak yüklemesi yapılırdı. Bu esnada hocası çocuğun kabiliyetlerini de tespit eder ve hangi meslek dalına meyilli ise o meslek dalında mahareti ile, vakarı ve güzel ahlakı ile maruf bir ustanın yanına çırak olarak verilirdi. Ustanın yanında meslek eğitiminin alt yapısını alan çırak 2 veya 3 sene sonra bir başka ustanın yanına verilir ve mesleğinde  iyice pişmesi sağlanır ve mesleğinin püf noktaları öğretilirdi. 

En sonunda da müftülerin, kadıların, valilerin ve devlet erkanının katıldığı kuşak takma töreni olarak bilinen Şed Kuşanma merasimi ile halka usta olarak tanıtılır, bir iş yeri açmaya ruhsatının olduğu bildirilirdi. İşine hile katarsa pabucu dama atılır ve dükkanı kapatılırdı.

Aynı şekilde bu günde çocuklar kabiliyetlerine göre doğru mesleklere yönlendirilmeli, amaçsız ve şuursuz bir şekilde yıllar boyunca okula gitme zorunluluğundan kurtarılmalıdır. 

Kıymetli Mü’minler!

Bir teferruat gibi görünse de önemli olduğunu düşündüğüm bir mevzuyu hatırlatmak isterim. Peygamber Efendimiz; “Allah’ın adı anılmadan yapılan her iş ebterdir” buyuruyor. Tam bu noktada, çocuklarımızı okula gitmeden önce abdest almalarını ve derslere abdestli olarak besmele ile başlamalarını tembih edelim. Allah’ın izni ile Rabbimiz onlara yardım edecektir. Çünkü Allah kendisine güvenenleri yardımsız bırakmaz. 

Yeni eğitim-öğretim sezonunun, kalbi vatan ve mukaddesat sevgisi ile çarpan tüm öğrencilerimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, yavrularımıza zihin açıklığı diliyoruz.

VAAZI İNDİR

 Hazırlayan: Ahmet Kadıoğlu / Akyazı Vaizi

Facebook Yorumları