menu
SAYGINLIĞA YAPILAN SALDIRI: İFTİRA
SAYGINLIĞA YAPILAN SALDIRI: İFTİRA
Haftanın Vaazı.. 17.10.2025 tarihli; "Saygınlığa Yapılan Saldırı: İftira" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir.

Saygınlığa Yapılan Saldırı: İftira

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَمَن يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا

Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur’’ (Nisa,112)

Muhterem Müslümanlar

Yüce dinimiz İslam bizim mutlu olmamızı hedefleyerek bu doğrultuda birçok düsturlar koymuş ve birtakım değerlere önem atfetmiştir. Yüzyıllar boyu insanlığın da kabul ettiği insanı insan yapan ve büyük çoğunluğu dinlerden kaynaklanan bazı değerler vardır. Bu değerlerden bir tanesi olan “İftira etmemek” de insanlığın temel ahlaki kaidelerinden bir tanesidir. 

Sözlükte “yalan söylemek, uydurmak, asılsız isnatta bulunmak” gibi manalara gelen iftirâ, ahlaki terim olarak; bir kimseye işlemediği bir suçu isnat etmek demektir.

Hepimizin bildiği gibi iftira; hangi türden olursa olsun, kişinin bir başka insana gerçekte olmayan bir suçu veya yapmadığı bir işi yüklemesi demektir. 

Toplumumuzda “kara çalmak”, “çamur atmak” gibi ifadelerle dile getirilen kötü davranış da iftiradan başka bir şey değildir. Bu, o kişiye haksız yere zarar vermektir. Farkında olarak yahut olmayarak, iftiraya maruz bıraktığı kişiyi toplum karşısında küçük düşürmektir. Bu ise insafsızlıktır, saygısızlıktır ve günahların en büyüklerindendir.

İftiranın Kur’an’da pek çok ayette zikredilmiş olması onun basit bir günahtan ziyade zararı ve etkisi çok fazla olan büyük bir günah olduğu düşüncesini akla getirmektedir. Kur'an-ı Hâkimde bu durum şöyle izah edilmektedir.

وَمَن يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا

Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur’’ (Nisa,112)

İslam; gerek insanın mal, can, nesil gibi maddi, gerekse de din, akıl ve iffet gibi manevi değerlerini korumayı hedeflemiş, bunlara karşı işlenen her türlü menfi muameleyi de yasaklamıştır.İnsanların birbirlerine saygı göstermesi esastır. Bundan dolayı hiç kimse başkasının saygınlığına halel getirecek bir hamlede bulunmamalı, haksız yere bir insanın şerefine ve onuruna dil uzatmamalı, işlemediği bir kusuru kişiye isnat etmemelidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) veda hutbesinde “İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” buyurmuş, böylece insan onurunun dokunulmazlığına dikkat çekmiş, insanın sahip olduğu maddi ve manevi değerlere dokunmayı yasaklamıştır.

Aynı şekilde, insan onuruna bir hakaret addedilen iftira, özellikle namuslu bir insanın iffetine karşı işlenmiş olduğunda, hadd-i tecavüz sayılmış ve ağır suçlar kategorisine dahil edilmiştir.

Değerli Kardeşlerim,

Yüce Allah’a yapılan iftiralardan bazıları ayetlerde zikredilmiştir.Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette, Allah hakkında yalan uyduranlar, O’nun birliği, yetkinliği, aşkınlığı ve benzersizliği ile bağdaşmayan iddiaları ileri sürenler kınanarak böyle kimselerin zalim olduğu ifade edilmektedir. İftiranın en kötüsü şüphesiz Allah’a iftira etmektir; zira bu, iftiranın en son raddesidir.

فَمَنِ افْتَرَىَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ مِن بَعْدِ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Artık her kim Allah’a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.” (Ali-imran,94) 

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا

Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'la ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa, 48)

Allah, bir çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. O, her bakımdan sınırsız zengindir. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Bu konuda elinizde hiçbir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? De ki: “Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler.” (Yunus, 68 ve 69.)

Söylemek gerekir ki ;iftira, bireysel ve toplumsal bir hastalıktır. Nitekim geçmişte pek çok peygambere ve salih kimselere de çeşitli iftiralar atılmış ve bu kimseler pek çok sıkıntıya maruz kalmışlardır. Mesela, Hz. Yusuf (as), efendisinin hanımı tarafından yapılan gayri meşru ilişki teklifini kabul etmediği için iftiraya uğramış ve neticede zindana atılmıştır. Hz. Musa’ya (as) menfaat ve iktidar peşinde olma, büyücülük ve yalancılık, Hz. Meryem’e (as) de zina iftirası atılmıştır.

Hz. Muhammed (s.a.v), e yapılan iftiralar;

Müşriklerin Hz. Peygamberin risaletine dair iftiralarının en büyüklerinden biri hiç şüphesiz Kur’ân’ı Hz. Peygamberin uydurduğunu söylemeleridir. Onlar Hz. Peygamberin Kur’ân’ı Allah tarafından getirdiğine inanmıyor, Kur’ân’ın vahiy ürünü değil, onun uydurduğu düzmece bir kitap olduğunu ancak insanlar tarafından kabul edilmesi için Allan’dan gelen bir vahiy olarak ileri sürdüğünü iddia ediyorlardı. (Yûnus, 10/38; Hûd, 11/13-35; es-Secde, 32/3; el-Ahkâf, 46/8)  

Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin Kur’an’ı, Hz. Peygamber (SAV)’in tertip ettiği şeklindeki iddialarına;

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّثْلِهِ وَادْعُواْ مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

Yoksa Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.” (Yunus,38)                                                                                                                                                  

İfk Hadisesi:Hz. Aişe annemize yapılan iftira

Kıymetli Kardeşlerim,

Hicretin beşinci yılında Peygamber Efendimiz (sas), Müslümanlara saldırı hazırlığı içerisinde olan Mustalikoğulları’na karşı çıktığı sefere eşi Hz. Aişe (ra) ‘yi de götürmüştü. Sefer tamamlanıp Medine’ye dönüşte geceleyin bir yerde   kafile konaklamıştı. Sabaha karşı hareket emri verildiği sırada Hz. Aişe (ra) tuvalet ihtiyacını gidermek için ordugâhtan biraz uzaklaşmıştı. Geri geldiğinde gerdanlığının düşmüş olduğunu fark edince   aramak için geri gitmiş, uzun bir müddet aradıktan sonra gerdanlığını bulup   ordugaha geri dönmüştü. Ancak kafilenin gitmiş olduğunu görünce, "Fark ettiklerinde   gelir beni burada ararlar." düşüncesiyle   bu   konaklama yerinde beklemeye karar vermiş, beklerken de uyku bastırdığı için bir süre sonra   uyuyakalmıştı.    Bu sırada birliğin arkasını emniyete almak ve toparlamak üzere görevlendirilen ve kafilenin gerisinden gelen Safvan b.  Muattal   isimli   sahabi, konaklama yerine yaklaşınca bir karartı görmüş, yakınına geldiğinde ise onun Hz. Aişe (ra) olduğunu anlamış ve seslenerek onu uyandırmıştı.         

Devesinden inerek deveye Hz. Âişe’yi (ra) bindirmiş ve yularından çekerek hızlıca ilerlemek suretiyle ancak öğleye doğru   istirahat etmekte olan kafileye yetişmişlerdi.
Hadise bundan ibaret olduğu halde başta münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl olmak üzere küçük bir grup, olayı kötü yorumlayarak çirkin bir iftira üretmişler ve Hz. Aişe (ra) ile Safvan arasında iffete aykırı bir olay yaşandığını iddia ederek bunu halk arasında yaymaya çalışmışlardı. Hz. Aişe (ra) Medine’ye döndükten sonra hastalanmış ve bir ay kadar yatmış olduğunda ortalıkta dolaşan bu dedikodudan bir süre haberdar olmamıştı.  Fakat bir vesile ile bu iftira onun da kulağına gelmişti. Üzüntüsünden dolayı hastalığı daha da artan, bir rivayete göre ise iftirayı öğrenince düşüp bayılan Hz. Aişe (ra) olayı ailesinden öğrenmek için Hz. Peygamberden (sas) izin alıp, baba evine gitmişti. Annesi, "eşi tarafından sevilen ve kumaları bulunan her güzel kadın için böyle dedikoduların yapılabileceğini" söyleyerek kızını teselli etmeye çalıştıysa da, Hz. Aişe (ra) iki gün boyunca ağlamış, gözüne uyku girmemişti. Bu sırada Allah Resulü (sas), eşi ile ilgili ortalıkta dolaşan bu konu hakkında yakınlarıyla istişarede bulunmuş, görüşü sorulan hemen herkes, Hz. Aişe’nin (ra) lehinde konuşmuştu. Evin hizmetçisi Berire de Hz. Aişe’yi (ra) savunmuştu. Hz. Peygamber (sas) yeterince araştırma yaptıktan sonra Mescit-i Nebeviye gidip   hem eşi hem de Safvan hakkındaki müspet kanaatini Müslümanlara ilanetmişti.
İftira atılalı bir ay geçmesine rağmen konu hakkında herhangi bir vahiy gelmemiş, adeta bu büyük imtihanın süresi hikmetli olarak uzatılmıştı. Bir ayın bitiminde, Resûlullah (sas) eşini görmek üzere kayınpederi Ebu Bekir’in (ra) evine gitmişti ki orada durumu açıklığa kavuşturan, Hz. Aişe’nin (ra) masum olduğunu bildiren ve iftiracıların yüzünü karartan Nur süresinin 11-20. ayetleri nazil oldu. Yüce Allah özellikle 11 ve 12. âyetlerde şöyle buyuruyor: 

إِنَّ الَّذِينَ جَاؤُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِّنكُمْ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَّكُم بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُم مَّا اكْتَسَبَ مِنَ الْإِثْمِ وَالَّذِي تَوَلَّى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظِيمٌ

O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.

لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُّبِينٌ

Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında hüsn-i zan besleyip de 'Bu apaçık bir iftiradır.' deselerdi ya!”(Nur,24/11-12)

Bu âyetlerde iftiranın büyük bir günah olduğu ve bu günahı işleyenler için âhirette büyük bir azap olduğu bildirilmiş; ayrıca herhangi bir kimse hakkında ortaya atılan iddialara hemen inanılmaması ve insanlar hakkında hüsn-i zan beslenmesi gereği üzerinde durulmuştu.Bu âyetler inince Müslümanların içine sızmış bulunan bazı münafıkların maskeleri düşmüş, kötü duygularına mağlup olan veya dedikoduya kapılan birkaç mümin de büyük bir imtihan geçirmiş, sonra tevbe ederek temizlenmişlerdir. Bazı rivayetlere göre ise iftiracılara ceza uygulanmıştır.

Sonuç olarak iftira olayı derin üzüntülere sebep olmakla birlikte mânevî getirisi bakımından müminler hakkında hayırlı olmuştur.

Aziz Kardeşlerim,

İftiranın amacı; insanları işinden ve şerefinden etmek, şerefli ve dürüst insanları yıpratmaktır. Bu bakımdan her söze, her habere inanmamak, onu iyice araştırmak gerekir. Özellikle ırz ve namus konularında hemen görüş belirtmemek, sonucu itibariyle son derece isabetli bir tutum olur.

Nitekim Yüce Allah,                                                                 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ

Ey iman edenler! Size fasık birisi bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için haberin doğruluğunu araştırın" (Hucurat,49/6)

Değerli Müminler,

İftira sadece namusa yönelik değil, insan şahsiyetini rencide edecek duygu ve davranışlara yönelik de yapılabilmektedir. Evlilik ilişkileri bozulan eşler ve aileler, birbirleri aleyhine yalan, iftira, suç isnadı, dedikodu gibi pek çok olumsuz söz ve davranış sergileyebilmektedirler. Halbuki İslam, iftiranın ve dedikodunun bütün çeşitlerini yasaklamış ve bunun maddi ve manevi sorumluluk gerektirdiğini bildirmiştir.
Günümüzde özellikle siyaset, sanat, spor ve magazin dünyasındaki insanlar, rekabet duygusu, kıskançlık gibi sebeplerle birbirleri aleyhine çeşitli iftira, itham ve karalamalar yapmakta, evrensel ahlak kurallarını ihlal etmektedirler. Namus, iffet, haysiyet, hırsızlık, zimmet, rüşvet ve yalan üzerine yapılan bu iftiralar, belli bir çevreyle sınırlı kalmamakta, basın ve yayın yoluyla bazen uluslararası düzeye kadar ulaşabilmektedir. Oysa bir iftira ne kadar çok yayılırsa, iftiracının sorumluluğu ve günahı da o nispette artmış olur.

Haset duygusuna kapılanlar, genellikle kendilerine rakip olarak gördükleri kimseleri küçük düşürmek için iftiraya başvururlar. Oysa haset, öncelikle haset eden kimseye zarar verir. Bundan dolayı Yüce Allah (cc), "hasetçinin şerrinden kendisine sığınılmasını” öğütlemiştir. Bunun tedavisi, kişinin içinde bulunduğu duruma razı olup haline şükretmesidir. Her nimetin herkeste mevcut olması mümkün olmadığına ve dünya hayatı bir imtihan yeri olduğuna göre kişi, Allah’ın (cc) insanlar için takdir ettiği konuma rıza gösterip sabretmeli, mevcut nimetlerin kıymetini bilmelidir.


Muhterem kardeşlerim!

Şimdi, düşünelim! Yapmadığı bir suçun cezasını çekmek kimin razı olacağı bir şeydir? Aramızda, başkasının kabahatını memnuniyetle sırtına yüklenecek bir kimse bulabilir miyiz? Adaletin tatbiki için her suçun kendi sahibinde görülmesi ve böylece isbat edilmesi şart değil midir? Başkasının suçu ile lekelenmeye, toplum arasında şerefimizi kaybetmeye, maddî hayatımızı zedelemeye hangimiz tahammül edebiliriz?.. İftira suçu ile ıztırap içinde çırpınan kimsenin içinden doğacak olan bedduâlar, âhlar, vâhlar asıl suçun sahibi olan müfteri için az yük müdür? Sonra iftiracı aleyhine harekete geçilerek hayatının tehlikeye düşmesi küçümsenecek bir yük müdür? Dünya hayatını, güçleştiren bu yüklerden başka âhiret hayatını ağır azaplarla yıkmak, Cenâb-1 Hakk'in lûtuf ve ihsanından mahrum kalmak az yük müdür?

İnsanlara eza vermek çeşit çeşittir. İftiranın vereceği ezâ, ayrıca bir ehemmiyet taşır. Bu çeşit ezâ, hayatın manevi ve rûhî tarafını yakalar, hiç bir ilâçla tedavisi mümkün olmayan gönül yarası açar. Gönülde açılan bu (iç sızısı) adını verebileceğimiz yara, bedeni de çalışmaz hâle getirir. Nihayet bir ferdin hayatı felce uğratılmış, bir ailenin bir uzvu çürümüş, bir cemiyetin bir köşesi yıkılmış olur. Böyle bir hareketin doğru olabileceğini kim söyleyebilir? Hangi akıl ve mantık kabul edebilir?

İftira ve dedikodular, çok kere intikam almak için yapılır. İntikam hissi, en kötü, en mezmum bir histir. Bu his, daha ziyade câhillerde görülür. Tahsil görmüş, terbiye almış, ahlak ve fazîlet zînetini takınmış, olgunluk mertebesine erişmiş kimselerde böyle bir düşüklük görülmez. Onlar ancak vakar ve şerefleri ile yaşar, böyle aşağılık harekete rıza göstermezler. “(H.Kaleli, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Örnek Vaazlar)

Muhterem Müslümanlar,

Zamanında ve yeterli önlem alınmaması sebebiyle toplumda yayılıp kök salan pek çok kötülük, sosyal hayatı fesada uğratmasının yanı sıra insanlar arasındaki ilişkileri zedelemektedir. Diğerleri gibi iftira da toplumda güven duygusunu yaralayan ve gerektiğinde tepki gösterilmesi gereken kötü bir davranıştır. Nitekim Yüce Allah, Hz. Âişe'ye atılan iftira karşısında müminleri uyarmış ve böylesi bir iftirayı duyduklarında hüsn-i zan besleyip, “Bu, apaçık bir iftiradır.” demeleri ve tepki göstermeleri gerektiğini söylemiştir.Ayrıca, 

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً

Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ, 17/36.)buyurarak asılsız olması muhtemel haberlerin peşine düşüp bunlara doğruymuş gibi ilgi göstermeyi yasaklamış, fâsık bir kimsenin taşıdığı habere inanmadan önce araştırma yapılmasını emretmiştir. 

Allah Resûlü de,

 كَفَى بِالْمَرْءِ كَذِبًا أَنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ مَا سَمِعَ 

Kişiye, işittiği her şeyi anlatması yalan olarak yeter!” (Müslim, Mukaddime, 5.)buyurarak ortalıkta dolaşan her söze itibar edilmemesi ve duyulan her sözün anlatılmaması gereğine işaret etmiştir. İftira ve benzeri kötü davranışlara tepki göstermek, hem iftira edilenin haysiyetini korumak hem de olabilecek iftiraların önüne geçmek bakımından önemlidir. Aksi takdirde kötülüklerin önünü almak mümkün olmayabilir.

Yine Cenâb-ı Hak,

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُّبِينًا

Mümin erkek ve kadınlara işlemedikleri şeyler yüzünden eziyet edenler, doğrusu bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzâb, 33/58.)buyurarak iftira günahının büyüklüğüne işaret etmiştir. Buna göre mümin, yüzde yüz emin olmadığı konularda konuşmamalı, özellikle ırz ve namus konusunda daha dikkatli davranmalıdır. Öte yandan kişinin işlediği bir günahı suçsuz birinin üzerine atması da Kur'an'da iftira olarak nitelendirilmiş ve bunun büyük bir günah olduğu bildirilmiştir.

Bazı iftiralar ise, zanna dayalı olarak üretilmektedir. Zan ise, kesin bilgi olmadan tahminde bulunmak ve buna dayanarak hüküm vermek demektir. Yüce Allah müminleri zandan sakındırmış ve bir kısım zanların günah olduğunu bildirmiştir. Burada kendisinden uzak durulması istenen ve günah olduğu bildirilen zan, sû-i zandır. Hz. Peygamber de aynı şekilde, 

 إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ ، فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ ،

Zandan sakının. Çünkü zan sözün en yalanıdır.” (Buhârî, Edeb, 58.)buyurarak, müminleri sû-i zan ve iftiradan sakındırmıştır.

İftira Atmanın Cezası:

İffetli bir kadının namusuna yönelik iftira, kim tarafından ve ne maksatla yapılırsa yapılsın çok çirkin bir davranıştır ve büyük bir günahtır. Yüce Allah, böylesi bir günahı işleyenlerin dünya ve âhirette lanetlenenlerden olacağını ve hesap gününde dilleri, elleri ve ayaklarının aleyhlerinde şahitlik edeceğini bildirmiştir.

Bunun için Allah Resûlü, insanı helâk edecek olan yedi suç ve günahtan birinin, masum, hiçbir şeyden habersiz iffetli bir kadına zina ithamı olduğunu söyleyerek  bu tarz iftira günahının büyüklüğüne işaret etmiştir. Zina ithamında bulunan kişinin bu ithamını deliller ile ispatlamadığı takdirde iftira cezasına çarptırılması,  insanların ırz ve namuslarına yönelik iftiralara karşı bir koruyucu kalkan niteliği taşır.

Namusa atılan iftira, sadece iftiraya uğrayana değil, onun yakın ve uzak çevresine de zarar verir ve şahsiyetlerini rencide eder. Bundan da öte, iftira edilen kimse hakkında sû-i zan beslenmesine, bazen de cinayetle sonuçlanan aşırı tepkilere sebep olabilir. Nitekim suçsuz olduğu hâlde iftiraya kurban giden kimselerle ilgili haberler, bu hakikati gözler önüne sermektedir.

Bu itibarla iftira hastalığına yakalananların bu gerçeği göz ardı etmemeleri ve empati kurarak kendilerine atıldığında asla kabul etmeyecekleri bir iftirayı başkalarına atmamaları gerekir. Zira Allah Resûlü (sav), kişinin ancak kendisi için istediği şeyleri başkası için de istemesini öğütlemekte,  dolayısıyla kendisi için istemediğini mümin kardeşine de yakıştırmaması gerektiğini belirtmektedir.

Peygamber Efendimizin ifadesiyle, 

 كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ دَمُهُ وَمَالُهُ وَعِرْضُهُ

Müslüman'ın Müslüman'a kanı, malı, ırz ve namusu haramdır.” (İbn Mâce, Fiten, 2.)

Bu nedenle İslam, iftirayı yasaklamakla kalmamış, onu engellemek için bazı önlemler de almıştır. Buna göre insanların ayıp ve kusurlarını araştırmak, evleri gözetlemek, karşı cinsten yabancı kimselerle baş başa kalmak, evlere izin almadan girmek yasaklanmıştır. Bu ve benzeri uyarılar, bireyin kişiliğini ve saygınlığını korumaya ve muhtemel iftira ve dedikoduları önlemeye yönelik alınmış tedbirlerdir.

İslâm, masum insanların iffet, şeref ve haysiyetlerini korumak için özellikle zina iftirası atanları cezalandırmak suretiyle bu kötü davranışın önüne geçmeyi hedeflemiştir. Bunun için zina suçlamasının ancak dört şahidin bizzat ve çok net tanıklığı ile olması gerektiğini bildirmiştir.  Dört şahit ile ispatlanamayan zina suçlamasının iftira olacağını belirtip, bu iftirayı atanlara da seksen sopa cezası uygulanacağını ve iftirası sabit olanların şahitliklerinin bir daha kabul edilmeyeceğini açıklamıştır.Zina dışındaki ithamlarda da durum aynıdır. Yani isnat edilen suç ispatlanamadığı sürece itham edilen kimse, suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Aksine suçlayan kimseler belli müeyyidelerle cezalandırılırlar.

Ayrıca İslâm’a göre aksi ispatlanmadığı sürece kişilerin suçsuzluğu (berâet-i zimmet) asıldır. 

Muhterem Müminler

İftiraya uğrayanlar her zaman Hz. Âişe kadar şanslı olamaz, kendilerini temize çıkaramaz ve iftiranın izini silemezler. Bu sebeple iftiraya uğrayıp da suçsuzluğunu ispat edemeyenlerin teselli edilmeye, anlayış gösterilmeye ve sabra ihtiyaçları vardır. İftira edenlerin de işledikleri bu büyük günahtan dolayı derhâl tevbe etmeleri, aksi takdirde âhirette cezaya çarptırılacaklarını unutmamaları gerekir.

İftira sadece namusa yönelik değil, insan şahsiyetini rencide edecek duygu ve davranışlara yönelik de yapılabilmektedir. Evlilik ilişkileri bozulan eşler ve aileler, birbirleri aleyhine yalan, iftira, suç isnadı, dedikodu gibi pek çok olumsuz söz ve davranış sergileyebilmektedirler. Hâlbuki İslâm, iftiranın ve dedikodunun bütün çeşitlerini yasaklamış ve bunun maddî ve mânevî sorumluluk gerektirdiğini bildirmiştir.

İslâm ahlâkında ilke olarak insanlar aleyhinde onları kötüleyici ve incitici mahiyetteki her türlü konuşma ve gıybet yasaktır. Birinin aleyhinde yapılan konuşmanın gerçeğe dayanması, onu gıybet olmaktan çıkarmaz. Nitekim Resûl-i Ekrem, “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sormuş; ashâb, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” deyince, “Kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurmuştur. “Söylediğim şey kardeşimde bulunan bir özellik ise ne buyurursunuz?” diye sorulunca Hz. Peygamber, “Söylediğin şey onda varsa onun hakkında gıybet etmişsindir. Ama eğer yoksa ona iftira etmiş olursun.” cevabını vermiştir.39 Buna göre iftira, yalandan bir parça olmakla birlikte ondan ve gıybetten farklıdır. Zira her iftira yalandır, fakat her yalan iftira değildir.

Netice itibariyle iftira, hem ferdi hem de toplumu rahatsız eden, insanlar arasındaki sevgi bağlarını koparan, nefret ve düşmanlıklara sebebiyet veren büyük bir günahtır. İslâm, insan şahsiyetini rencide eden her türlü iftira, karalama, töhmet altında bırakma, çamur atma ve ithamı yasaklamış, özellikle zina iftirasında bulunanları, iddialarını dört şahitle ispatlayamamaları hâlinde cezalandırmak suretiyle insanların şeref ve haysiyetini korumayı hedeflemiştir. Mümine yakışan, böylesi büyük bir günahtan uzak durmak, söylenen her söze itibar etmemek, inanmamak ve iftiracılara tepki göstererek iftiranın yaygınlaşmasına mani olmaktır.Günümüzde özellikle sosyal medya aracılığıyla itibar suikastları yapılmakta, hatta teknolojinin yardımıyla ses ve görüntü üzerinde oynanarak kişinin yapmadığı bir şeyi yapmış, yaptığı bir şeyi yapmamış olarak göstermek mümkün olmaktadır. Bu gibi durumlarda dikkatli olmak, hemen söylenen veya gösterilene itibar etmemek gerekir. ( Diyanet İşleri Başkanlığı-Hadislerle İslâm, Cilt 3, Sayfa 457-468 den alıntılanarak)

Rabbimiz bizleri iftiraya maruz kalmaktan ve hasetçilerin şerrinden muhafaza eylesin.Böyle kalbi hastalıklara sahip olanları da ıslah eylesin.Rabbimiz bizleri kendi rızası istikametinde bir hayat sürmeyi nasip eylesin.

VAAZI İNDİR


Ömer BAYRAKTAR / Hendek Vaizi/Uzman Vaiz

Facebook Yorumları