menu
DİLİ KORUMAK DÎNİ KORUMAKTIR
DİLİ KORUMAK DÎNİ KORUMAKTIR
Haftanın vaazı.. 28.02.2025 tarihli; "Dili Korumak Dini Korumaktır" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir..

Dili Korumak Dini Korumaktır

Değerli Kardeşlerim,

Bugün sizlerle; İnsanlığın en değerli hazinelerinden biri olan “dil” ve onun taşıdığı kavramlar üzerine konuşmak istiyorum. Dil, yalnızca iletişim kurmamızı sağlayan bir araç değil; aynı zamanda toplumların kimliğini şekillendiren, kültürlerini aktaran ve insanlık tarihinin en önemli miraslarından biri olan güçlü bir yapıdır.

Dil sayesinde insanlar düşüncelerini ifade eder, duygularını paylaşır ve birbirine yakınlaşır. Kısacası dil, kimliğimizin sözcüklere dökülmüş hali, kültürümüzün aynasıdır.

Hz. Âdem’den gelen insanlık, zaman içinde farklı farklı diller konuşmaya başladı. Oysa diller de tıpkı diğer ilahi işaretler gibi Allah’ın ayetlerindendir ve her ayet gibi saygıyla karşılanmalıdır. Ancak bizde yabancı dillere bazen “gavurca” denir. Oysa İngilizce, Almanca, Fransızca gibi diller, sadece belli bir dine ait değildir; nitekim bu dilleri konuşan binlerce Müslüman da vardır. Kaldı ki bir dili konuşanların inancı ne olursa olsun, hiçbir dil “gavurca” diyerek küçümsenemez, hor görülemez.

Nitekim Mevlamız Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurur: 

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّلْعَالِمِينَ

“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması, O'nun varlığının ayetlerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır.” (Rûm, 30/ 22)

Yüce Allah (c.c.) bir ayetinde bize üç ayetini birden hatırlatıyor: Önce Göklerin ve yerin yaratılması ayetiyle Rabbimizin erişilmez kudretine dikkat çekiliyor. Ardından iki büyük ayet daha geliyor. Dillerin ve renklerin farklı farklı olması, gökler ve yerin yaratılışı kadar büyük ve dikkatlice okunması gereken ayetlerdir.

Bugün, hep birlikte Allah’ın kelamına, Peygamberimizin hadislerine ve yüce dinimiz İslam’ın öğretilerine bakarak, dilin ve kavramların nasıl bir anlam derinliği taşıdığını anlamaya çalışacağız. Çünkü dil, sadece kelimelerden ibaret değildir. Değerlere, prensiplere, kültüre, inanca ve ahlâka dayanan bir güçtür, bir zenginliktir, bir mirastır.

Değerli Kardeşlerim!

Kavramların, bir toplumun hayatındaki yerinden ve öneminden kısaca bahsedecek olursak: 

Kavramlar, eski zamanlarda "mefhum" olarak adlandırılırdı. Bir kelimeden anlaşılan öz, hakikat. Kavramlar uzun yıllar boyunca şekillenen, bir toplumun dili, dini, kültürü ile iç içe geçen, o toplumun ortak lisanını oluşturan anlamlar bütünüdür. Her bir kavram, bir toplumun düşünce yapısı, değerleri ve inançların bir yansımasıdır. Toplumun zihin kodlarıdır, belleğidir. Bizler bu kavramlarla, bir anlam dünyası kurar, tıpkı bir harita gibi, toplum olarak kendimize bir yön buluruz.

İnsan zihninin yapı taşları olan kavramlar, bizleri biz yapan unsurlardır. Bir kavramın anlamını, bir kelimenin neyi ifade ettiğini doğru bir şekilde anlayabilmek, sadece o kavramı kullandığımız toplumun dünyasını anlamamıza yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda kendimizi tanımamıza da vesile olur. Kavramlar, bizim kimliğimizi belirler. Hangi toplumda, hangi kültürde yaşıyorsak, o kültürün ve toplumun dilini, değerlerini ve tarihini içeren kavramlar, bizlere dünya ile nasıl ilişki kuracağımızı öğretir. Dünyaya nasıl bakmamız gerektiğini öğretir.

Değerli Kardeşlerim!

Kavramlar dünyamızı aydınlatmakla kalmaz. Aynı zamanda toplumlar arasındaki farkları da ortaya koyar. İnsanlar arasındaki bu fark, genellikle kavramların farklı şekillerde anlaşılmasından kaynaklanır. Bir kavram, bir toplumda bir anlam taşırken, başka bir toplumda farklı bir anlam ifade edebilir. İşte bu noktada, kavramlar bizim sınırlarımızı çizer. Kavramlar, "biz" ile "öteki" arasındaki farkı ortaya koyar. Bir toplum, kendi kültürüne, diline, inançlarına sahip çıkarken, o toplumun kavramları da diğer toplumlardan farklı olur. Bu fark, toplumu tanımlar ve bireyler için bir kimlik oluşturur.

Buna kısa bir örnek verecek olursak:

Müslüman, Mümin bir kimse ile materyalist, maddeperest, dünyaya tapan bir kişi arasında bir kavram mukayesesi yapalım. 

Kavramımız ‘’Dünya’' kelimesi olsun. Bunu çok veciz bir hikâye ile anlatmak istiyorum. 

Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Alman imparatorunun elçisi sıfatıyla İstanbul’a gelen Flaman asıllı diplomat Busbeke. Bu kişi Osmanlı devleti ziyaretini ve gözlemlerini anlatır. O dönemde dünya gücü olmasına ve halkın refah bir hayat yaşamasıyla beraber Osmanlı halkının neden ahşap ev yaptıklarını anlamlandıramaz. Bununla beraber devlet kurumları, camii, vakıf ve medreselerin ise taştan yapıldığını görür. Avrupa da ise halk gösterişli ve taş evleri kullanır. Osmanlı da kaldığı süre zarfında bu sorusuna cevap bulur ve der ki; 

‘Osmanlı da insanların dünya hayatına, dünyaya bakışından dolayı evleri ahşap yaparlar. Ben bu dünyada kalıcı değilim dolayısıyla ömrümü neden bi evi yapmaya harcayayım. Benim ebedi evim ahiret. Benim ahiret için çalışmam lazım.’ 

Yani Müslüman bir halkın “Dünya” kavramına bakışı hayatına yansımış. Bu inanç ve kimlik hayatını şekillendirmiş. Aynı kavrama dünyayı seven bir kişinin bakışı farkı olduğu için hayatı farklı yorumlamış. İki toplumun kavrama yükledikleri anlam hayatın her alanına yansımış. 

Maalesef bu gün ‘dünya’ kavramını Müslümanlar materyalist bir zihniyetle doldurmuşlar. ‘Ahiret’ kavramının içi boşaltılmış, ‘ahiretin’ ebedilik anlayışı dünya kavramına yüklenmiştir. Bugünkü Müslümanlar materyalist bir anlayışı benimser hale gelmişler. Materyalist Müslüman profiliyle karşı karşıyayız.

Bu hakikati Hz. Peygamber ‘Vehen Hadisi’ ile çağlar ötesinden bir mucize olarak bizi bizlere anlatır. Bir kavramın içinin boşaltılmasının sonucunun nelere mal olduğunu bize bizden önce anlatır. Şimdi o hadise tekrar bir göz atalım sonra konumuza dönelim. 

Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir keresinde Sahâbe-i Kirâm’a “Açgözlü kimselerin yemeğe üşüşmeleri gibi, düşmanlarınızın üzerinize saldırmaları yakındır.” buyurdu. Orada bulunan bir sahâbî, “Sayıca az olduğumuz için mi düşmanlarımız üzerimize üşüşecekler?” diye sordu. Allah Resûlü (s.a.s), بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ، وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ “Hayır, siz sayıca çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çer çöp gibi savrulacaksınız.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Allah, düşmanlarınızın kalbinden heybet ve azametinizi çıkartacak; sizin kalplerinize de vehni yerleştirecektir.” Sahâbî, “Ya Resûlallah! Vehen nedir?” diye sorunca Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ “Dünyayı aşırı sevmek ve ölümü kötü görmektir!” dedi. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5)

Muhterem Müminler! 

Kavramların gücü, kavramlara bizim yüklediğimiz anlam, aynı zamanda bizlere ve başkalarına karşı olan sorumluluklarımızı da hatırlatır. Bir kavramın anlamını doğru bir şekilde anladığımızda, hem kendimizi hem de çevremizdeki dünyayı daha iyi bir şekilde kavrayabiliriz. İşte bu yüzden, kavramları doğru anlamalı ve doğru bir şekilde kullanmalıyız. Çünkü kullandığımız her kavram, sadece dilin bir parçası değil, aynı zamanda bir toplumu, bir kültürü, bir kimliği yansıtan bir aynadır.

Değerli Kardeşlerim!

Dili korumak dini korumak demektir. Dildeki kavramlar ve bu kavramlara yüklenen anlamları korumak geçmişten gelen mirası geleceğe emin bir şekilde teslim etmektir. İslami kimlikle yoğrulan bu coğrafyayı İslami kimlikle yaşatma mücadelesidir.

İçindeki ruh çalınmak istenen, içi boşaltılmak istenen kelimeler var. İnsanımıza yanlış anlatılan, karalama kampanyalarıyla işlevsiz, anlamsız hale getirilmek istenen kavramlar var. Kelimedeki o ruh, o geçmiş silmek isteniyor. Bu kavramları hayatımızdan, İslam tarihinden çekip aldığınız vakit medeniyet çöker. Koca bir İslam tarihi anlamsız hale gelir. Bunlardan biri ‘Peygamber ve Sünnet’ kavramlarıdır.

Peygamberlik ve Sünnet Kavramları

Bu oyunun ortaya çıkışı ise ‘‘Biz bu kavramları yok etmek istiyoruz ya da kabul etmiyoruz’’ gibi açık, cüretkar cümlelerle olmaz tabi. Peygamber ve sünnet kavramlarını işlevsiz hale getirmek isteyen kimseler şu cümlelerle karşımıza çıkıyor;

‘‘Kur’an bize yeter’’ ‘‘Hadisler de nihayetinde bir insan sözüdür’’ “Hadislere ihtiyacımız yok” “Kur’an'ı kendi başımıza anlayabiliriz’’ gibi cümlelerle ilk başta İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’ı savunur gibi görünüyorlar. Fakat bunları söylerken birçok ayeti görmezden geliyorlar.

 

Bize Kur’an yeter diyenler, bu sözleriyle Hz. Peygamberi ve onun sünnetini işlevsiz hale getirmektedirler. Bu, son derece tehlikeli ve ümmetin vahdetini bozacak derecede yanlış bir söylemdir. Oysa Kur’an’ı Kerim’de Hz. Peygambere itaati, örnek almayı,  ona uymayı ve onu takip etmeyi emreden onlarca ayeti kerime vardır. Bunlardan birkaç tanesini zikredelim:

وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا

Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah'ın azabı çetindir. (Haşr, 59/7)

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى

مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى

Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız Muhammed ne yolunu şaşırdı ne de aldandı.

O, heva ve hevesine göre konuşmuyor

 (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Necm, 53/1-4)

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ

De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

De ki: "Allah'a ve Peygamber'e itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez. (Al-i İmran, 3/31-32)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا

Andolsun, Allah'ın Resulünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için en mükemmel örneklik vardır. (Ahzab, 33/21)

Değerli Kardeşlerim!

Görüyorsunuz ilk başta masum bir slogan gibi görünen bir cümlenin arkasında hangi anlamlar var. Peygamber ve sünnet kavramlarının içi boşaltılarak peygamberi sadece tarihte yaşamış sade bir insan olarak göstermeye çalışıyorlar. 

Oysaki Peygamberimiz evrensel bir din olan İslam’ın yaşanabilir bir din olduğunun en büyük ispatıdır. Hayatın merkezinde, krizin tam ortasında bu dini yaşamış ve yaşanabilirliğini bizlere göstermiştir. Zalimin tam karşısında durmuş, mazlumun hamisi olmuş. Ticaret yapmış ticaret ahlakını yaşayarak bizlere göstermiş. Evlenmiş evlilik ve aile kurumunun kutsallığını, görev ve sorumluluklarını bizlere yaşayarak göstermiştir. Peygamberimiz hayatı, sözleri, tavırları, onaylarıyla İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ı yaşayarak tefsir etmiştir. 

Peygamberimizin hayatını araştıran, 1800’lü yıllarda yaşamış oryantalist, şarkiyatçı John Devenport, Peygamberimizin hayatının her anının şeffaf, göz önünde olmasından etkilenmiştir. Peygamberin karanlıkta kalan bir yönü yok. Bugünün insanlarını bile araştırırken birçok karanlık yönü varken binlerce yıl öncesinde ve binlerce kilometre ötede yaşayan Peygamberin karanlıkta kalan bir yönü yoktur. İşte John Devenport peygamberin hayatını kusur bulmak için araştırırken Müslüman olmuştur. Sünnetiyle birlikte Hz. Peygamber her çağda ve her insan için bir rol modeldir. Peygamberin hayatı ve şahsiyeti İslam dininin yapı taşıdır. İslam’da içi boşaltılmış, ruhu alınmış bir ‘peygamber’ kavramı düşünülemez.

Cihat Kavramı

İçi boşaltılmak, ruhu çalınmak istenen ve çokça istismar edilen bir diğer örnek kavram ‘Cihad’ kavramıdır. Cihat, sözlükte “gayret etmek, çaba göstermek, bütün gücünü sarf etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise “Bir kimsenin sahip olduğu bütün vasıtalarla Allah yolunda mücadele etmesi ve bütün gayretini ortaya koymasıdır.” Yani, dış düşmana karşı mücadele etmek de dâhil olmak üzere kişinin nefsinin kötü arzularından başlamak suretiyle Allah’ın rızasına giderken karşılaştığı bütün engellerle mücadele edip onları ortadan kaldırma (izale etme) çabasıdır. (Komisyon, Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, İstanbul 2014, s. 301.)

Cihat hakkında en geniş taksimatı İbn Kayyım el-Cevziyye’nin yaptığını söylemek yanlış̧ olmaz. O, cihadı mertebelere ayırırken dört ana başlık altında toplam on üç alt başlıktan/mertebeden söz eder. Bu taksimatta sadece bir mertebe silahla yapılan cihadı (kıtal) karşılarken diğer bütün cihat çeşitleri kişinin gerek nefsiyle gerek çevresindeki kötülüklerle mücadelesi, gerekse taat ve ibadete devamı şeklinde tasnif edilir. (İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 9 vd.)

Bugün İslam karşıtı söylemlerin ve İslamofobi’yi körükleyen odakların temel argümanlarından biri de içi boşaltılmış ve anlam kaymasına uğratılmış cihat kavramıdır. Ancak üzüntüyle belirtmek gerekir ki İslam ve Müslümanlar adına hareket ettiğini iddia eden bazı çevrelerin cihat kavramını kendi arzularına göre şekillendirmeye çalışmaları, söz konusu odakların değirmenine su taşımaktadır.

İslam’ı “savaş, kan dökme, kafa kesme veya adam öldürme”  gibi faaliyetlere hasredenler ve Hz. Peygamber’i (s.a.s.) “bir elinde Kur’an bir elinde kılıç” şeklinde tanıtanlar en az İslamofobi’yi körükleyenler kadar suçludur. Böyle bir söylem en başta Kur’an-ı Kerim’in rahmet yüklü mesajlarına aykırıdır ve yeryüzünü her yönüyle imar eden İslam medeniyetinin esasları ile çelişmektedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya, 21/107) buyurarak Efendimizi (s.a.s.) “rahmet peygamberi” olarak tanıtmaktadır.

Kendilerini İslam’ın ve Müslümanların yegâne temsilcisi konumunda gören radikal bazı dinî örgütler, cihadın pek çok mana ve mertebelerini görmezden gelmektedirler. Buna bağlı olarak cihadı sadece “kıtal/savaş” ile sınırlandırmakta ya da cihadın “kıtal” savaş çeşidini öncelemektedirler. Bunu yaparken İslam’ın yüce gayelerini göz ardı ederek kendi meşruiyetlerini ispat uğrunda seçmeci, yüzeysel ve çıkarcı bir üslupla cihat kavramını hoyratça kullanmaktadırlar.

Değerli Kardeşlerim

Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, cihadın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda pek çok örnek barındırmaktadır. Bu bağlamda Furkan suresinin 52. ayeti bize bir bakış açısı sunmaktadır. Söz konusu ayette Yüce Allah, “Öyleyse artık inkârcılara boyun eğme, bununla (Kur’an ile) onlara karşı bütün gücünle cihad et.” buyurmaktadır. Cihadı emreden bu ayet, her şeyden önce Mekke’de inmiştir. Oysa hicret öncesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekkeli müşriklerle kıtal (savaş) anlamında cihat ettiği vaki değildir. Öte yandan ayet, kâfirlerle mücadele ederken Kur’an’dan hareket edilmesi ve böylece onların iddialarının çürütülmesi şeklinde önemli bir yöntemi de ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber’in hayatında da cihat kavramının nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koyan pek çok örnek vardır. Bunlardan biri şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s.), Tebük Seferi’nden dönerken yanındaki ashabına, “küçük cihattan büyük cihada döndük (dönüyoruz)” der. Bunun üzerine ashap, büyük cihadın ne olduğunu sorunca “Kulun heva ve hevesleriyle mücadelesidir.” (İbn Battal, Şerh ala Sahihi’l-Buharî, X, 207-209.) buyurur. 

Bir başka hadiste “(Asıl) mücahid, nefsiyle cihâd edendir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXIX, 375; Tirmizî, Fezailü’l-Cihâd, 2.) buyurulmaktadır. Çünkü nefsini, heva ve heveslerini gemleyemeyen, kendisini Yüce Allah’a isyana sevk eden dürtülerini dizginleyemeyen, hayatının her alanını Yüce Allah’ın razı olacağı bir kulluk bilinciyle geçiremeyen kimsenin, cihadın diğer mertebelerini hayatına nakşetmesi mümkün değildir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) cihat anlayışında, savaşmak temel hedef değildir. Bu bağlamda, cihat için kendisinden izin isteyen sahabeye “Senin cihâdın anne-baba hakkındadır (onlara iyi muamelede bulunmandır).” (Buhari, Edeb, 3; Müslim, el-Birr ve’s-sıla ve’l-âdâb, 5.) buyurmuştur.

Günümüzde ve çağımızda ise meydan muharebelerinin belirleyici bir yönü çok kalmamıştır. Bir milletin en büyük gücü insan gücünden çok eğitimli, donanımlı insan gücü olmuştur. Bilimde, fende ve teknolojide ileride olanın cihadı hakkıyla yerine getirebileceği bir çağda yaşıyoruz. Bugün en büyük cihat Allah’ın ilk emri olan ‘Oku’ emrini yerine getirme seferberliğidir.

Bu çağda en büyük cihadın İslamın İlk Emrini uygulamadaki önemine binaen âcizane dilden dökülen şu şiirle ifade etmek istiyorum:

Kemankeşler Yurdu

İlmin filmini çekmişler. Kanseri çok. 

Neşteri vuracak mürşidi kamili yok 

Korkulu duvar sarayında karnı tok.

Dava Saltanat davası meşgalesi çok

Sıska talebe sanalda, tahsile vakti yok.

Kemankeşler yurdunda ganimetin talibi çok.

Ganimet Emri ilahi OKU’dur. Lakin okumaya mecal yok.

Cesette ciğer var amma veryansın yürek yok.

Morfin yemiş ceset misal his yok, ruh yok, acı yok!

İmkan var, kan var, ışık var amma hareket yok.

Meydan cihat meydanıdır. Okçular tepesinde kalem çok.

Komutanın emrini nizaya hakkın yok zamanın da yok.

(Muhsin Hacıoğlu, Kemankeşler Yurdu)

Tesettür-Hicab Kavramı

Ruhu Çalınan ve içi Boşaltılmak İstenen bir diğer örnek kavram ‘‘Tesettür, Hicab’’ kavramıdır.

Tesettürü en güzel ve en yalın haliyle anlatan Nur Suresi 31. Ayetin içi Müslüman kadınların eliyle anlamsızlaştırıldı, işlevsizleştirildi.

Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. Mecbûren görünen kısımları müstesnâ, güzelliklerini ve süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. Güzelliklerini ve süslerini; kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, kendi oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, müslüman kadınlardan, kendi câriyelerinden, erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçilerden veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Bir de gizledikleri güzelliklere, süslere dikkat çekecek ve erkeklerde arzu uyandıracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümesinler. Ey mü’minler! Hepiniz tevbe ederek Allah’a yönelin ki kurtuluşa eresiniz. (Nur Suresi-31)

Farz olan Allah’ın emri tesettür bugün tarz olmuş durumda. Düne kadar tesettürlüye zulüm varken bu gün kadınlarımızın eliyle tesettürün kendisine zulüm var. Tesettür modanın, kapitalist düzenin bir çarkı olmuş durumda. 

Zaman ahir zaman! Hicap iblis ipliğiyle nakşedilmişse

İdris iğnesi dikiş tutmaz haya sinesinde

(Muhsin Hacıoğlu, Nebevi Dava)

Günümüz müslüman kadınları kapitalizmin, moda da türban rantının kurbanı olmuş durumda. Kadının da erkeğin de şahsiyetiyle var olması gerektiği bir dünya olması gerekirken, kadın çekiciliğiyle, süsüyle, bana bak diyen korsan bir tesettürle şehvetle var olmaya çalışıyor.

Tesettür İslami bilincin dışa yansıyan halidir. Kavramın içi boşaltılıp anlamı veya ruhu kaybedildiğinde tesettürün Allah’ın emrinden daha çok modanın emrine girmesi kaçınılmaz olur.

Dini Bayramlar

İçi boşaltılan bir diğer kavrama örnek dini bayramlardır. Günümüzde iletişim ve ulaşım şartları ülkemizin bir turizm merkezine dönüşme çabası neticesinde artık gençlerimiz ve yeni jenerasyon dini bayramları anne-baba ve ecdadı ziyaret, akraba ile sıla-i rahimden çok toplumdan kaçış için bir fırsat olarak görüyor. Popüler kültürle beraber, sosyal medyanın gösteriş ve trend gündemiyle maalesef gençlerimiz bayramları ana kucağından, baba ocağından daha çok tatil koylarında geçirmeye yöneliyor.  

Bunun en büyük sebebi ise ‘Dini Bayramlar’ kavramının içinin boşaltılıp bir tatil gözüyle bakılmasıdır. Oysa bayramlar Hz. Peygamberin Sünneti ve akrabaların eş-dost ziyaretlerinin yapılması için bir fırsat ve bir ibadettir.

Cemaat

Bir diğer kavramımız ‘Cemaat’ kavramıdır. İslam birlikteliğini, Müslümanların üst kimliğini ifade eden bu kavramın da maalesef içi boşlatıldı. İnsanımızın bu kavrama ve bu kavramı çağrıştıran benzer kavramlara olan güvenleri, inançları zayıfladı. Cemaatin zıttı olan ‘Tefrika’ hali çoğaldı. İnsanların cami ve dini topluluklara karşı samimi duygularının yerini şüphe aldı. Oysa cemaat birlik, beraberlik demektir. Dil ve ırk ayırımı yapmadan her kesimin aynı camide, aynı safta, aynı kıblede hep birlikte bir olan Allah’a ibadet etmelerini ifade eder. 

Akraba, Sıla-i Rahim

Sosyal medyanın eliyle insanlar arasından artık bir söz slogan olmuş tekrarlanıyor. ‘Akraba akreptir’ bu sözle akrabalık ilişkileri baltalanıyor. Akrabalık ilişkilerini kötü göstermek isteyenlere, akraba kavramını anlamsız hale getirmek isteyenlere Hz. Peygamber (s.a.v.)’in tavsiyelerini ve hadislerini hatırlatıyoruz.

Bir gün ashâb-ı kiramdan Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamber Efendimizden şu ricada bulunmuştur:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, beni Cennet’e yaklaştıracak ve Cehennem’den uzaklaştıracak bir ameli bana bildir.”

Rasûl-i Ekrem Efendimiz de şöyle cevap vermiştir:

“-Allâh’a ibadet edersin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılar, zekâtı verirsin. Akrabayı ziyaret edersin.” (Müslim, Îman, 1, 4, 43)

Bu hususta diğer bazı hadîs-i şerîfler de şöyledir:

“Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse Cennet’e giremez.” (Buhârî, Edeb, 2)

“Sıla-i rahim, Rahman’dan bir bağdır. Koruyanı saâdete, koparanı hem dünyada hem âhirette felâkete götürür.” (Müslim, Birr, 17)

“Âhirette cezasını ayrıca vermekle beraber, dünyada Allah Teâlâ’nın çabucak cezalandırmasını hak eden günahlar; zulüm ve akrabayı ihmal etmektir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 43; Tirmizî, Kıyâme, 57)

“Akrabadan gelen iyiliğe misliyle karşılık veren kimse, tam mânâsıyla akrabasına sıla etmiş değildir. Gerçek sıla, kendisiyle ilgiyi kesenleri görüp gözetmektir.” (Buhârî, Edeb, 15, 73)

Değerli Müminler!

Çağımızda, coğrafyamızda tahrif edilen, içi boşaltılan, işlevsiz hale getirilmek istenen yüzlerce kelime ve kavramlar vardır. Bu kavramların hepsini izah etmeye vaktimiz de müsait değildir. Neticede elimizde kupkuru; derinliği, bütünlüğü olmayan ve hiçbir cazibesi bulunmayan öksüz sözcükler kaldı.

Sözcük ve kavramlarımız erozyona uğratıldıktan ve asıllarından uzaklaştırıldıktan sonra bu kavramların gölgesinde yetişen Müslüman kişilik de sorunlu olmaya başladı ve neticede İslam’ı bütüncül olarak ele alamayan, bir yönü iyi ama diğer birçok yönü kötü olan garip bir nesil türedi. 

Değerli Kardeşlerim

Şunu unutmayalım ki her bir kavram, bir toplumun değerlerini, düşünce biçimlerini ve inanç izlerini taşır. Bu kavramları doğru anlayarak, hem kendimizi hem de toplumumuzu daha iyi tanıyabiliriz. Nihayetinde, bu anlayışla daha sağlıklı, daha bilinçli bir toplum inşa edebiliriz. Mevlamızın bizlere ‘siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz’  (Al’i İmran-110) ilkesini yerine getirebiliriz. Dünyayı daha adil ve daha yaşanabilir bir yer yapabiliriz. 

Mevla cümlemize idrak, basiret ve şuur ihsan etsin. Dinine, mukaddesatına, mirasına sahip çıkan nesiller yetiştirebilme bahtiyarlığı nasip etsin. İmanlı ve şuurlu bir gençlik nasip etsin. Allah, cümlemizi doğru yoldan ayırmasın. 

VAAZI İNDİR 

Hazırlayan: Muhsin KEPKAN  /  Karapürçek Vaizi

Facebook Yorumları