menu
BAYRAMSA, BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN..
BAYRAMSA, BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN..
Ramazan Bayramı Vaazı.. 30.03.2025 tarihli: "Ramazan Bayramı Vaazı" sitemize eklenmiştir..

Bayramsa, Bayramınız Mübarek Olsun..

Âlemi yoktan var eden, sayısız nimetler bahşeden, müminlere bayramlar ikram eden, elçiler ve kitaplar göndererek insanlara doğru yolu gösteren, noksan sıfatlardan münezzeh, mutlak gücün yegâne sahibi, eşi ve benzeri olmayan, âlemlerin tek rabbi, tek ilahı olan Allah’a hamd olsun.

Hayatı insanlara İslam’ı, tevhidi, iyiyi ve güzeli anlatmakla geçen, bu uğurda nice meşakkatlere ve nice acılara katlanan son elçiye, Hz. Muhammed Mustafa' (s.a.v.) ya salât ve selam olsun.

Değerli Müslümanlar!

Yine bir bayram sabahı hep birlikte camilere dolduk. Kulluğumuzun ve şükrümüzün bir ifadesi olarak rabbimiz için kıyam edeceğiz, rükû ve secde edeceğiz. Âlemlerin rabbi olan Allah’a dua edip yalvarıp yakaracağız.

Bu bayram sabahında sizlerle şöyle sevinçli, mutlu, eğlenceli, neşeli bir sohbet etmeyi ne kadar isterdim! Fakat içinde bulunduğumuz şartlar, güle oynaya bir bayram geçirmemize izin vermiyor. Müslümanlar olarak bizler bu bayramı da önceki yıllarda olduğu gibi yine buruk bir sevinçle karşılıyoruz.

Nice Müslüman kardeşimiz şu an hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bizim gibi toplanıp, bir araya gelip camilere gidemiyor, toplu ibadet edemiyor. Çünkü kimilerinin -Gazze’de olduğu gibi- ibadet edecekleri camileri, mescitleri kalmadı; hepsi yerle bir edildi. Gidecek camileri olsa bile orada toplanıp bir araya gelmek demek tepelerine bombaların yağıp toplu katliama maruz kalmaları demek olacağından böyle bir imkânları zaten yok.

Kimilerinin de -Doğu Türkistan’da olduğu gibi- camileri var fakat camileri ellerinden alınarak bir kısmı eğlence kulüplerine çevrilmiş durumda. Ne acıdır ki o camilerde kâfir Çinlileri eğlendirmek için zorla ve zorbalıkla Müslüman Uygur kadınlar kullanılmaktadır. Orada bırakın cemaatle namaz kılmayı ferdi olarak bile namaz kılmak demek toplama kamplarına sürgün edilmek veya öldürülmek demektir.

Değerli Müslümanlar!

Ümmetin bir parçasının durumu böyleyken, onların bu perişan hali ortadayken bir Müslüman olarak bayramda ne kadar neşeli olabiliriz ki?

Biz bayramdan önce kendimize ve çoluk çocuğumuza giyecek bayramlıklar aldık, tatlılar, ikramlıklar hazırladık, evlerimizde genel temizlikler yaptık. Gazze’de ise anneler ve babalar bayramlık alacakları çocuklarını toprağa verdiler. Bayram sabahı kucaklayacakları evlatları kalmadı. Ya da Gazzeli on binlerce masum çocuğun kendilerine bayramlık alacak anne ve babaları artık yaşamıyor. Onlar bayramı boynu bükük geçirecekler. Gazzeli kadınların bayram temizliği yapacakları bir evleri de yok. İkramlık hazırlayacakları malzemeleri de yok mutfakları da yok.

Hal böyleyken gelin yapabiliyorsak neşe içinde bayram yapalım! Ne mümkün!

Burada bizim çocuklarımız yeni elbiselerini giyip gezmenin, şeker, çikolata ve harçlık toplayacak olmanın heyecanını yaşarken orada ümmetin çocukları her an öldürülme endişesi yaşıyor.

Doğu Türkistan’da da durum farklı değil. Orada da evlatları dinsizleştirilmek üzere zorla ellerinden alınan ana-babalar bayramı çocuklarıyla birlikte yaşayamıyor. Ya da çocuklar kamplara kapatılan veya öldüren ana-babalarından, kardeşlerinden uzak, boynu bükük bir halde bayrama giriyorlar. Daha da ötesi, onlara Müslüman oldukları ve yılda iki kez bayramları olduğu unutturulmaya çalışılıyor.

İşte size İslam coğrafyasından iki örnek verdim. Bunların dışında daha birçok İslam beldesinde nice acılar yaşanıyorken bir Müslüman olarak yapabiliyorsanız gelin buyurun neşe içinde bayram yapın! Mümkün mü?

Değerli Müslümanlar!

Geçmişten bahsetmiyorum, tarih anlatmıyorum. Hele gelecekten (haşa!) hiç bahsetmiyorum. Bütün bunlar bugün yaşanıyor. Yani biz hayattayken; gözlerimizin önünde yaşanıyor.

Ne diyordu yüce rabbimiz;

وَالْعَصْرِ إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ

Andolsun asra, su gibi akıp giden zamana ki, insan büsbütün zarar ve ziyandadır.” (Asr, 103/1-2)

Evet, zarardayız. İnsanlık olarak da Müslümanlar olarak da zarardayız. Akıp giden zamanın farkında olmadığımız için zarardayız!

İslam coğrafyasındaki bunca katliam, bunca vahşet ve bunca cürüm gözlerimizin önünde işleniyorken, bunun yeterince farkında ve bilincinde olmadığımız için zarardayız.

Bir taraftan bütün bu zulümler, haksızlıklar, iğrençlikler, soykırımlar yaşanıyorken diğer taraftan da zaman su gibi akıp geçiyor, yani bizim de sınırlı ömrümüz tükeniyor. Yarın ahirette Allah’ın huzurunda “hal böyleyken sen ne yaptın?” sorusuna muhatap olacağımız gün çok yakın! İşte bu soruya cevap veremeyeceğimiz aşikâr olduğu için zarardayız!

İman ettiğimiz o hesap günü; hiçbir şeyin gizli kalmayacağı, hiçbir iltimasın işe yaramayacağı, hiçbir yalanın dolanın yer bulamayacağı o hesap gününde mahcup olacağımız için zarardayız!

Hani cahiliyye döneminde bazıları çocuklarını diri diri toprağa gömerken diğerleri buna seyirci kalıyordu ya! Hani bu vahşete engel olmak için bir şey yapmıyorlardı ya! Ne diyordu yüce rabbimiz:

وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ

Diri diri gömülen kız çocuğunun “hangi günahından dolayı öldürüldü?” diye hesabı sorulacak.” (Tekvir, 81/8-9)

Evet, bütün çocukların hesabı elbette sorulacak. Hem öldürenden hem de buna seyirci kalanlardan bunun hesabı bir bir sorulacak! On binlerce çocuğu enkaz altına gömen Yahudilerden hesap soracak olan Allah, buna seyirci kalan Müslümanlara “aferin!” mi diyecek sanıyoruz!

Bunca çocuk katledilirken siz ne yapıyordunuz?” diye sormayacak mı sanıyoruz!

Bütün bunlar yaşanırken siz neden bölünüp birbirinizle uğraşıyordunuz? Böylesi hayati bir meselede bile bir araya gelip güç birliği, fikir birliği, eylem birliği yapamadınız, bölük pörçük bir halde çocuklarınızı Yahudilere neden öldürttünüz diye sorulmayacak mı sanıyoruz!

- E.. işte.. Ya Rabbi! Bizim onlara karşı koyacak gücümüz yoktu… Onlara karşı yaptırım gücümüz yoktu… caydırıcı gücümüz yoktu!...

Bahane olarak bunu mu ileri süreceğiz, bunu mu söyleyeceğiz? Peki, “karşı koyacak, yaptırım uygulayacak, caydıracak gücü elde etmek için ne yaptınız?” diye sorulsa ne cevap vereceğiz? Ben söyleyeyim; koskoca bir HİÇ’ten başka verecek cevabımız yok!

Bırakın zalimlere karşı güçlü olup güçlü durmayı; biz daha henüz Yahudi mallarını bile boykot edemedik, bu konuda da aciz kaldık.

Hangi malların Yahudi malı olduğunu merak edip bakmıyor, araştırmıyoruz bile! Böylesi en basit bir salih ameli bile yapmayı beceremiyoruz. Boykot deyip geçmeyelim… Bu boykot dediğimiz şey uygulaması aslında çok kolay fakat aynı zamanda etkisi son derece yüksek bir olay.

A be kardeşim alt tarafı Yahudi mallarının hangileri olduğunu bilecek, öğrenecek ve satın almayacaksın, evine sokmayacaksın, kullanmayacaksın, yiyip tüketmeyeceksin. Bu kadar basit! Bunu yapmak bu kadar zor mu? Zor diyorsan bilesin ki ahiret hesabı bundan vallahi bundan daha zor!

Değerli kardeşlerim, bakınız çok basit bir örnek vererek anlatıyorum: Senin markete girip çocuğuna Yahudi ürünü bir çikolata alıp yedirmen; Gazze’de bir Müslüman çocuğun öldürülmesine göz yumman demektir. Bunda anlaşılmayacak ne var? Aldığınız her bir Çin malı, Uygurlu bir Müslüman Türkün acı çekmesi, işkence görmesi ve öldürülmesi demektir. Allah aşkına, bunda anlaşılmayacak ne var?

Bunca masum insanın hayatını kaybetmesine sebep olan bölünmüşlüğümüzü artık aşmamız gerekiyor. Bizi zulme seyirci kılan ve birliğimizi engelleyen her ne varsa—siyaset, ticaret, cemaat veya başka bir şey—bunları bir kenara bırakıp ortak değerlerimiz etrafında kenetlenmeliyiz. Birlik olmanın vakti geldi, artık ayrılıklar yerine dayanışmayı büyütmeliyiz.

Değerli Müslümanlar!

Evet, bugün zarardayız. Eğer kendimize gelemezsek, eğer kendimizi düzeltemezsek büsbütün zararda olacağımız kesin. Fakat unutmayalım ki;

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

Zorluk varsa kolaylık da var. Evet, her zorluğun yanı sıra bir kolaylık da var.” (İnşirah, 94/5-6) buyuran rabbimiz bizi asla çaresiz bırakmaz.

Bu darboğazdan çıkış yolumuz elbette ki var. İman varsa imkân var. İman varsa çare tükenmez.

Yarın hesap verme gününde zararda olmamak için rabbimizin gösterdiği çıkış yollarına bakalım. Hiç zaman kaybetmeden bir an önce kendimize gelip Kur’an’ın çözümüne sarılalım.

Hep birlikte tutmamız gereken yol yüce rabbimizin şu ayetinde veciz bir şekilde ifade edilmektedir. Bugün ve yarın zararda olmamak için Müslümanların yapması gerekenler ayette şu şekilde ifade ediliyor:

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

Fakat iman edip imanlarına yaraşır güzellikte işler yapan, birbirlerine hep Allah yolunda yürümeyi ve bu yolda sebat etmeyi öğütleyenler asla zarar ve ziyana uğramayacaklardır.” (Asr, 103/3)

Ayet kısaca, ‘öncelikle gerçekten iman edin, sonra bu imanınız doğrultusunda güzel çalışın, güzel işler yapın ve Allah yolunda birlik olun, birbirinize destek olun’ diyor.

İman güvenmek ve güven vermektir. Allah’a güveniyorsak imanımız var demektir. Çevremize, insanlara, Müslümanlara güven veriyorsak imanımız var demektir. Gerisi laf-ı güzaftır yani laf kalabalığıdır.

Diğer yandan, kişiyi salih amel işlemeye sevk etmeyen bir iman gerçek iman değildir! Bir başka ifadeyle söylersek; bir kişi imanının gereği olarak salih amel işlemiyorsa onun Müslümanlığı sadece lafta kalır, şekilde kalır.

Şurası da muhakkak ki, bir İslam toplumu olmak bilinciyle, bir ümmet olmak bilinciyle yapılmayan hiçbir amel bizi zararda olmaktan kurtarmayacaktır. Zira İslam, ferdi plana sıkıştırılıp kalacak ve bu surette yaşanabilecek bir din değildir.

Şimdi kendimize soralım; acaba biz mazlum coğrafyalardaki Müslümanlara güven verebildik mi? Onların güven içinde olmaları için etkili bir şeyler yapabildik mi? Hangi salih amellerle onlara destek olduk? Onları bu acılardan kurtarmak için hangi girişimlerde bulunduk? Hangi adımları attık? Ya da acaba onlar için hiç kılımızı kıpırdattık mı? Onları hiç düşündük mü? Hiç umurumuzda oldular mı? Mazlumların yanında olup zalimlere; zamanın tağutlarına, tiranlara, Nemrutlarına ve Firavunlarına karşı birlik olabildik mi?

Allah Rasulü (s) ne demişti:

مَنْ لَمْ يَهْتَمّ بِأَمْرِ الْمُسْلِمِينَ فَلَيْسَ مِنْهُمْ

Müslümanların derdiyle dertlenmeyen onlardan değildir.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, 907). (Bu rivayet senet olarak zayıf olsa da metni destekleyen başka rivayetler bulunduğu için manası sahihtir.)

Bu hadise göre “ne zaman ümmet oluruz?” sorusunun net cevabı şudur: Müslümanların derdiyle dertlendiğimiz zaman! İşte ümmet olmak budur!

Kendimize soralım; acaba biz bu ümmetin bir parçası olabildik mi? Bu bilince ulaşabildik mi? Bu ümmetin bir parçası olmanın yolu Müslümanların derdiyle dertlenmekten geçmektedir. Bu bir tercih değil, zorunluluktur. “Ben de Müslümanım” diyorsan “ben de bu ümmetin bir ferdiyim” diyorsan, diğer Müslümanların derdiyle dertlenmek zo-run-da-sın NOKTA.

Değerli Müslümanlar! Anlaşılan o ki; “bir Müslüman olarak ben ne yapabilirim?” diye düşünmüyorsak, bunu kendimize dert edinmiyorsak, hiç kimse kusura bakmasın ama tepeden tırnağa kadar batmışız demektir.

Mazlumlara yapılan yardımları Allah rızasından daha çok bir ticaret olarak görüyor veya kendi cemaatimizin ya da derneğimizin reklamını yapmak için bir aparat olarak kullanıyorsak katıksız zarardayız demektir!

Mazlumlar için yapılan etkinliklerdeki niyetimiz Allah rızasından öte dünyalık sağlamak, bir makam kapmak, bir makamda yükselmek ise ve bunun için mazlumların gözyaşını basamak olarak kullanıyorsak külliyen bitmişiz demektir.

Bir olmayı, birlik olmayı, tek yumruk olmayı, ümmet olmayı hala başaramıyorsak zarardayız demektir.

Ramazan bize kardeş olma ruhunu öğretmediyse ya da daha doğru bir ifadeyle; biz Ramazandan bunu öğrenemediysek, korkarım ki oruç tutmadık; Rasulullah’ın (s) dediği gibi topluca aç kaldık, ümmet olarak aç kaldık yani toptan zarardayız!

Ya Rabbi, ne günlere kaldık…! “Tok açın halinden anlamaz” derler ya hani… bu sözü bizzat biz Müslümanlar yaşatıyor olduk! Ne acı bir şey!

Bir tarafta yemek bulamayan Müslümanlar, diğer yanda yemek beğenmeyen Müslümanlar!

Bir yanda bir dilim ekmeğini kardeşiyle paylaşan Müslümanlar, diğer yanda lüks, şatafatlı iftar sofralarında verdikleri boy boy pozları paylaşan Müslümanlar!

Değerli Müslümanlar!

Yüce Rabbimizin (وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ) buyurduğu gibi, demek ki zararda olmamak için, Hak yolunda yürümeyi ve sebat etmeyi birbirine öğütleyenler olmalıyız. Bunun bir diğer ifadesi kardeş olmaktır, İslam toplumu olmaktır yani ümmet olmaktır.

Bizler Müslümanlar olarak birbirimize rakip değiliz. Aramızdaki basit dünyalık ihtilafları bir kenara bırakmak zorundayız. Tek rekabet konumuz takva olmalıdır. Takva ise en öz ifadeyle; “yapılan bütün işlerde Allah’ı hesaba katmak”tır.

Birbirimize “bayramımız kutlu olsun” demek yerine “Gazze’miz kurtulsun, Doğu Türkistan’ımız kurtulsun, İslam beldelerinde akan kan ve gözyaşı dursun ki bayramımız gerçek bayram olsun inşallah” diyebilmeliyiz. Bunun için gayret göstermeliyiz.

Eskiden bayram salâlarında ne güzel söylemişler:

لَيْسَ العِيدُ لِمَنْ لَبِسَ الْجَدِيد --- اِنَّمَا الْعِيدُ لِمَنْ خَافَ مِنَ الْوَعِيد

Bayram, yeni elbiseler giyip kuşananların değil; Gerçek bayram Allah’ın azabından ürperip korkanlarındır.

Bugün birbirimizle bayramlaşırken dünyadaki mazlum Müslümanları düşünerek bayramlaşalım.

Çocuklarımızla bayramlaşırken, evlatlarını toprağa vermiş öpüp koklayacakları evladı kalmayan Müslümanları biraz olsun düşünüp acılarını anlamaya çalışalım.

Anamızın babamızın elini öperken, anasız babasız kalan ümmetin yetim ve öksüz çocuklarını biraz olsun düşünüp kederlerini anlamaya çalışalım.

Onların acılarını ve kederlerini ne zaman yüreğimizde hissedebilirsek işte o zaman biz de bu ümmetin gerçek bir evladı olacağız.

Yüce Rabbim cümlemizi ümmetin selameti için çalışanlardan eylesin. O çetin ahiret hesabını verenlerden eylesin. Amin.

VAAZI İNDİR

Vahap Boylu – Sapanca Vaizi

Facebook Yorumları