Kur’an’ın Emri, Müminin Davranışı: İstişare
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْـحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ، وَالصَّلٰوةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ، وَعَلٰى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ (Âl-i İmrân, 3/159)
Aziz Müminler!
“Şûrâ” Sözlükte “dayanmak, güvenmek, itimat etmek ve işi başkasına havale etmek” anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak “bir taraftan meşrû hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O’na bırakmak” demektir.
Cenâb-ı Hak bizleri akıl, idrak ve irade ile donatmış; bu nimetleri, doğruyu bulalım, hayrı tercih edelim ve birbirimizle dayanışma içinde olalım diye vermiştir. İnsan, tek başına her şeyi bilemez; kimi zaman kendi görüşüyle yanılabilir, eksik görebilir. İşte bu sebeple istişare, yani danışma, hem bireysel hem toplumsal hayatımızda bir rahmettir.
وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ
“(Ya Muhammed!) İş konusunda onlarla istişare et.” (Âl-i İmrân, 3/159)
Bu yüce emir, Cenâb-ı Hakk’ın Resûl-i Ekrem ﷺ’e verdiği çok derin bir terbiyeyi ihtiva eder. Dikkat edelim: Bu hitap, vahiy alan, meleğin kendisine geldiği, doğrudan Allah’ın yönlendirdiği bir Peygamber’e yapılmıştır. Fakat Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in ümmetine bir ahlâk, bir yönetim anlayışı, bir hayat disiplini öğretmek istemektedir.
“İşlerinde onlarla istişare et” buyruğu, sadece bir nezaket değil, bir ilahi emirdir. Bu emirle, müminlerin işleri tek kişinin görüşüne dayanarak değil, ortak akılla, istişareyle yürütülmesi gerektiği öğretilmiştir. Çünkü istişare, kalpleri birleştirir, fikirleri olgunlaştırır, yanlışları azaltır, doğrunun ve hakkın ortaya çıkmasına vesile olur. Burada “iş hakkında onlara danış” şeklindeki ilâhî buyrukla Hz. Peygamber’in şahsında bütün ümmete ve özellikle yöneticilere danışarak iş yapmaları emredilmiştir.
Nitekim bu ayet, Uhud Savaşı sonrasında nazil olmuştur. Bazı sahâbîlerin görüşleri neticesinde savaş planı istenildiği gibi sonuçlanmamıştı. Buna rağmen Rabbimiz, Resûlü’ne “Artık onlarla istişare etme” dememiş, bilakis “Yine de onlarla istişare et” buyurmuştur. Çünkü istişarede hata aranmaz; asıl fazilet, kararları birlikte almakta ve sonuçlara sabırla, edeble katlanmaktadır.
Hz. Peygamber’in sahâbeye karşı yumuşak ve merhametli davranması sahâbe üzerinde büyük bir etki göstermiştir. Nitekim Uhud Savaşı’ndaki hataları affedilen sahâbîler bir daha böyle bir hata yapmamaya gayret göstermiş ve girdiği bütün savaşlarda Hz. Peygamber’in ve kumandanlarının emirlerine titizlikle uyarak zaferler kazanmışlardır. Allah ayrıca Hz. Peygamber’den bir konuda karar vermeden önce onu arkadaşlarına danışmasını, onlarla tartışmasını ve istişare sonunda kararını verince artık Allah’a güvenerek uygulamaya geçmesini emretmektedir.
Başka bir âyette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;
وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
(Bu mükafat) Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şura (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar (içindir) (Şûrâ 42/38)
Kıymetli Müslümanlar
İstişare ile hareket etmek müslümanların üstün meziyetleri arasında sayılmış, böylece müslüman toplumlarda yönetimin şûra ve meşveret esasına dayanması gerektiği belirtilmiştir. Yüce Allah Hz. Peygamber’i İslâm’ı yaşamak üzere örnek bir insan olarak gönderdiği gibi arkadaşlarının da sonraki nesilleri yetiştirebilecek seviyede örnek bir toplum haline gelmelerini istemiş, bu sebeple Hz. Peygamber’e onları en güzel bir şekilde yetiştirmesini emretmiştir.
Bu cümleden olarak onların şahsiyetlerine değer vermesini, yönetimde onlarla istişare etmesini, onlara görev verip sorumluluk duygularının gelişmesi için çaba göstermesini, hatalarını bağışlamasını, günahlarının affı için dua etmesini emretmiştir. Böylece müslümanların hem Hz. Peygamber’e hem de birbirlerine karşı sevgi ve saygıları daha da artarak birlik ve beraberlikleri sağlanmış, münafıkların istismar edebilecekleri kapılar kapatılmıştır. Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn şahsî hayatlarında olduğu gibi, toplum ve devlet yönetimiyle ilgili meselelerde de şûraya büyük önem vermişler, daima etraflarındaki müslümanların görüşlerini alarak hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber vahiy dışındaki meselelerde özellikle savaş konularında sahâbe ile istişare eder, tartışır, sonra karar verirdi. Kararında kendi görüşüne aykırı da olsa çoğunluğun görüşünü ve doğru olanı kabul ederdi. Bunun pek çok örneği vardır.
Hadislerden Örnekler:
Bedir Savaşı’nda ordu için seçilecek karargâh konusunda arkadaşlarıyla yaptığı istişarede sahâbeden birinin teklifini kabul etmiş ve karargâhı onun işaret ettiği yere kurmuştur.
قالَ الحُبابُ بنُ المُنذِرِ رضي الله عنه لِرَسولِ اللهِ ﷺ يومَ بَدْرٍ:
يَا رَسُولَ اللهِ، أَرَأَيْتَ هَذَا المَنْزِلَ، أَنَزَلَكَ اللَّهُ بِهِ لَا تَقَدَّمَهُ وَلَا تَتَأَخَّرُ عَنْهُ، أَمْ هُوَ الرَّأْيُ وَالْحَرْبُ وَالْمَكِيدَةُ؟
فَقَالَ النَّبِيُّ ﷺ: بَلْ هُوَ الرَّأْيُ وَالْحَرْبُ وَالْمَكِيدَةُ.
فَقَالَ الحُبابُ: يَا رَسُولَ اللهِ، فَإِنَّ هَذَا لَيْسَ بِمَنْزِلٍ. فَانْطَلِقْ بِالنَّاسِ حَتَّى نَأْتِيَ أَدْنَى مَاءٍ مِنَ القَوْمِ، فَنَنْزِلَهُ، ثُمَّ نُغَوِّرُ مَا وَرَاءَهُ مِنَ الآبَارِ، ثُمَّ نَبْنِي عَلَى القَلِيبِ حَوْضًا نَمْلَؤُهُ مَاءً، فَنَشْرَبُ وَلَا يَشْرَبُونَ.
لَقَدْ أَشَرْتَ بِالرَّأْيِ فَقَالَ النَّبِيُّ
فَنَزَلَ رَسُولُ اللهِ ﷺ عَلَى ذٰلِكَ المَكَانِ.
Hubâb b. el-Münzir (r.a.) Bedir günü Rasûlullah ﷺ’a şöyle dedi:
“Ya Rasûlallah! Bu karargâhı —şu bulunduğumuz yeri— Allah mı sana emretti ki ne ilerlenir ne de geri dönülür, yoksa bu senin görüşün ve savaş taktiğin midir?” Efendimiz ﷺ buyurdu: “Hayır, bu benim kendi görüşüm ve savaşla ilgili bir tercihimdir.” Bunun üzerine Hubâb (r.a.) şöyle dedi:
“Ya Rasûlallah! O hâlde bu yer uygun değildir. Gelin, düşmana en yakın su kuyusuna kadar ilerleyelim. Oraya yerleşelim, onların arkasındaki kuyuları kapatalım; kendi kuyumuzun üzerine bir havuz yapalım ve suyu dolduralım. Böylece biz içeriz, onlar içemez.” Rasûlullah ﷺ buyurdu: “Doğruyu gösterdin ve ne güzel görüş bildirdin.” Ve hemen ordusuyla birlikte Hubâb’ın gösterdiği yere indi. (İbni Hişam)
Bedir esirleri hakkında verdiği kararı da arkadaşlarıyla yaptığı istişare sonunda vermiştir|;
Abdullah b. Mes‘ûd(r.a.) şöyle anlatır: Bedir günü esirler getirildiğinde Resûlullah ﷺ şöyle buyurdu: “Bu esirler hakkında ne düşünüyorsunuz?” Hz. Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar bizim akrabalarımız ve kabilemizden insanlardır. Benim görüşüm, fidye alıp onları serbest bırakmandır. Böylece elde edilen mal, bize düşmanlara karşı güç kazandırır. Umulur ki Allah onları da hidayete erdirir.” Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: “Hayır, ey Allah’ın Resûlü! Ben Ebû Bekir’in görüşünde değilim. Benim kanaatim, onları bize teslim etmen, sonra her birimizin kendi yakınını öldürmesidir. Böylece Allah düşmanlarını rezil eder.” Resûlullah ﷺ, Hz. Ebû Bekir’in görüşünü tercih etti ve fidye alınmasına karar verdi.(Müslim)
Bunun ardından Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfâl 67)
Uhud Savaşı’nda da sahâbe ile yaptığı istişare neticesinde kendi görüşüne aykırı olan çoğunluğun görüşünü kabul ederek düşmanla Medine dışında meydan savaşı yapmaya karar vermiştir.
فِي غَزْوَةِ أُحُدٍ قَبْلَ خُرُوجِ النَّبِيِّ ﷺ مِنَ الْمَدِينَةِ، تَنَاوَلَ أَمْرَ الْخُرُوجِ وَالْقِتَالِ مَجْمُوعٌ مِنْ أَصْحَابِهِ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ: «لَا نَخْرُجُ إِلَّا مَنْ خَافَ عَلَى الْمَدِينَةِ» وَقَالَ آخَرُونَ: «الْخُرُوجُ خَيْرٌ لِمُقَابَلَةِ الْعَدُوِّ»، فَاسْتَشَارَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ أَصْحَابَهُ فَاجْتَمَعَتِ الرَّأْيُ الْأَكْثَرُ عَلَى الْخُرُوجِ، فَقَبِلَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ رَأْيَ الْأَكْثَرِ وَخَرَجَ إِلَى مَوْضِعِ الْقِتَالِ خَارِجَ الْمَدِينَةِ.
Uhud Gazvesi’nde, Medine’den çıkıp çıkmama ve düşmanla nerede karşılaşılacağı meselesi sahâbe arasında ele alındı. Bazıları “sadece Medine’yi korumak üzere kalalım” dedi; bazıları ise “dışarı çıkarak düşmanı karşılamak daha uygundur” dedi. Peygamber Efendimiz ﷺ bunu sahâbesiyle istişare etti. Neticede çoğunluğun görüşü dışarı çıkmak yönünde toplandı; Efendimiz ﷺ de çoğunluğun görüşünü kabul etti ve Medine dışında meydan muharebesi yapmaya karar verdi.(Taberî)
Hendek Savaşı’nda düşman ordusundaki bazı kabileleri savaştan vazgeçirmek için Medine hurmalıklarının yıllık gelirinden bir miktarını onlara vermeyi düşünmüş, konuyu Medineli sahâbîlere danışmıştır:
عَنْ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ وَسَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا:
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ ﷺ أَرَادَ أَنْ يُصَالِحَ غَطَفَانَ عَلَى ثُلُثِ ثِمَارِ الْمَدِينَةِ لِيَرْجِعُوا عَنْهُ وَعَنْ أَصْحَابِهِ، فَاسْتَشَارَ السَّعْدَيْنِ، فَقَالَا:
«يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَهُوَ أَمْرٌ أَمَرَكَ اللَّهُ بِهِ فَلَا نَقُولُ شَيْئًا، أَمْ هُوَ رَأْيٌ تَرَاهُ؟»
قَالَ ﷺ: «بَلْ هُوَ رَأْيٌ أَرَاهُ لَكُمْ، وَاللَّهُ مَا أَفْعَلُهُ إِلَّا لِأَنِّي رَأَيْتُ الْعَرَبَ قَدْ رَمَتْكُمْ عَنْ قَوْسٍ وَاحِدَةٍ».
فَقَالَا:
«يَا رَسُولَ اللَّهِ، قَدْ كُنَّا نَحْنُ وَهُمْ عَلَى الشِّرْكِ، لَا يَطْمَعُونَ فِي ثَمَرَةٍ مِنْ تَمْرِ الْمَدِينَةِ إِلَّا قِرًى أَوْ بَيْعًا، فَحِينَ أَكْرَمَنَا اللَّهُ بِالْإِسْلَامِ وَأَعَزَّنَا بِكَ، نُعْطِيهِمْ أَمْوَالَنَا؟ لَا نَفْعَلُ».
فَسُرَّ النَّبِيُّ ﷺ بِقَوْلِهِمَا وَتَرَكَ ذٰلِكَ
Sa‘d b. Mu‘âz ve Sa‘d b. Ubâde (r.anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre:
Resûlullah ﷺ, Gatafân kabilesiyle barış yapmak ve onların müttefik ordudan ayrılmalarını sağlamak için, Medine hurmalarının üçte birini vermeyi düşünmüştü. Bunun üzerine iki Sa‘d’a danıştı. Onlar da şöyle dediler: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu, Allah’ın sana emrettiği bir şey midir? Eğer öyleyse elbette hiçbir şey söylemeyiz. Yok eğer senin kendi görüşünse, biz müşrikken bile bu insanlara Medine’nin hurmalarından haraç vermedik. Allah bizi İslâm’la şereflendirdikten sonra mı onlara mal vereceğiz? Hayır, bunu kabul etmeyiz.”
Aziz müminler,
İstişare… Yani bir müminin kardeşine akıl danışması, gönlünü açması, ortak aklı araması. Bu, sadece bir “teknik karar alma yöntemi” değil; imanın olgunluk işaretidir. Çünkü mümin bilir ki: her akıl eksiktir, ama gönüller birleştiğinde Allah o birliği bereketlendirir.
Rasûl-i Ekrem ﷺ’in hayatına baktığımızda, istişarenin adeta onun yönetim anlayışının omurgası olduğunu görürüz. Bedir’de karargâh nereye kurulacak diye ashabına sormuş, genç bir sahâbî olan Hubâb b. el-Münzir’in görüşünü hemen kabul etmiştir. O’nun makamında olan bir insan “Ben peygamberim, daha iyi bilirim” diyebilirdi; ama O böyle yapmadı. Çünkü O, tevazu sahibiydi ve bilirdi ki hakikat, bazen en gencin dilinden de zuhur eder.
Bedir Savaşı’ndan sonra esirler getirildiğinde yine istişare etti. Hz. Ebû Bekir’in merhamet dolu görüşüyle Hz. Ömer’in kararlılık dolu görüşü arasında kaldı. Nihayet çoğunluğun fikrine meyletti. Sonrasında Allah Teâlâ bazı uyarılarda bulundu; ama bu bile Efendimiz’in istişareyi terk etmesine sebep olmadı. Çünkü istişarede hata aranmaz, asıl fazilet birlikte karar almakta idi.
Uhud’da da aynı hikmet tecelli etti. Efendimiz ﷺ, şehirde savunma yapmayı uygun görüyordu. Fakat sahâbenin çoğu, “dışarı çıkıp düşmanla açık alanda savaşalım” dedi. O da kendi görüşünü bırakıp, çoğunluğun görüşünü tercih etti. Çünkü O, ümmetine adaletli bir şûrâyı öğretmek istiyordu.
Aziz kardeşlerim,
İstişare eden mümin, kendi bilgisini tek başına yeterli görmez. O bilir ki akıl bir nimettir ama bazen eksik kalır; doğruyu bulmak için başkasının görüşüne ihtiyaç vardır. İstişare sadece kendi aklını ortaya koymak değil, işin hakikatine vakıf olmak için karşı tarafın görüş ve düşüncesini de ortaya çıkartmaktır.
İstişare sahibi bir mümin;
Gururunu bir kenara bırakır, kibirle “Ben en iyisini bilirim” demez.
Dinleyen ve düşünen bir kul olur; sözünü söyler ama diğer görüşleri de dikkate alır.
Kalpleri birleştirir, anlaşmazlıkları azaltır, toplumsal huzuru gözetir.
Kararını aceleye getirmez, çoğunluğun aklı ve maslahat ile hareket eder.
Hatalı bir görüşte ısrar etmez, gerektiğinde tevazu ile vazgeçer.
İstişare eden mümin, aynı zamanda Peygamber Efendimiz ﷺ’in öğretileriyle de yolunu bulur. Onun için şu hadis, hayatının düsturu olur:
مَا تَشاوَرَ قَوْمٌ قَطُّ إِلَّا هُدُوا لِأَرْشَدِ أَمْرِهِمْ (Nesefi)
“Hiçbir topluluk istişarede bulunmadıkça, işlerinde en doğru yola yönlendirilmezler.”
“Allah’ım! Bizi istişare eden ve salih görüşlere yönelen kullarından eyle. Kalbimize hikmet ver, salihlerin kararlarına rıza göstermeyi nasip et. Toplumumuzu hayır ve hidayette birleştir, bize verdiğin takdirde rıza göstermeyi de ihsan eyle. Âmin.”