AHLAK MÜSLÜMANIN KİMLİĞİDİR

Haftanın vaazı.. 19.09.2025 tarihli: "Ahlak Müslümanın Kimliğidir" konulu Haftanın Vaazı sitemize yüklenmiştir..

Ahlak Müslümanın Kimliğidir

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab Süresi ; 21)

Değerli Müminler

Rabbimiz, canlılar arasından seçtiği insanı, en güzel surette yaratmıştır. İnsan, bedensel ve ruhsal donanımları itibariyle diğer canlılardan üstündür. Düşünebilme, bilgi edinebilme ve bilgiyi aktarabilme kabiliyetlerinin yanı sıra his ve dürtülerini kontrol edebilme iradesine de sahiptir. İşte insan, tam da bu özellikleriyle itibariyle diğer canlılardan ayrılır.

Nezaket, letafet, edep ve ahlak gibi hususiyetler insana özgüdür. Mesele insan, hayvan gibi rızkını bulduğu yerde, etrafındakilerden kayıtsızca yemez, yiyeceği gıdayı temizler, yıkar, dilimler, pişirir, uygun ortamda arar, alet kullanır, görünüşüne ve nezakete dikkat ederek yer. Yine hayvan gibi çiftleşmez insan, taharetini hayvan gibi yapmaz, hayvan gibi iletişim kurmaz. Özetle, yaptığı davranışlarında bir nezaket, nezahet, incelik ve görgü vardır. Yani, insana yakışan medeni olmaktır, edeptir ve ahlaktır.

İslam dini, bütün ilkeleri, emir ve yasaklarıyla insana, fıtratında olan bu letafeti nasıl açığa çıkaracağını öğretir. Kişinin aşırılıklarını terbiye eder, huyunu güzelleştirir. Muktezayı hale muvafık davranmasını telkin eder. Velhasıl, ahlakı emreder. İslam’ı bir okula benzetirsek, öğrencilerinde olmasını istediği temel nitelik, ahlaktır diyebiliriz. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde tam da buna işaret ediyor ;

إِنَّمَا بُعِثْتُ لِأُتَمِّمَ مَكَارِمَ الأَخْلَاقِ

Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim. (el-Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 8)

Demek ki Peygamber Efendimiz gönderiliş amaçlarından birisi insanlara ahlakı öğretmekmiş. Aynı durum bütün nebiler için geçerli. Kur’an’ın yaklaşık üçte birini ihtiva eden peygamber kıssaları, muhataplarına temelde ahlaklı insan nasıl olur sorusunun cevabını veriyor. Hz Adem tövbenin (hatasını kabul edip özür dileme ahlakının) Hz. Yusuf iffetin, Hz Eyyüb sabrın, Hz Şuayb ticarette dürüstlüğün ahlakını öğretiyor. Bu ahlakı meziyetler o kadar önemli ki, bunların zıddı hayvan aittir. Hiçbir hayvanda yaptıklarına pişmanlık duyma, mahremiyetine sahip çıkma, sabretme ve anlaşmaya sadık kalma hususiyeti yoktur. Yani, Peygamber Efendimiz insana, insanlığına yakışanı öğretmek için gönderilmiştir.

Alemlerin rabbi olan Allah, ayeti kerimede yarattığı bir beşerin ahlakını bize övüyor ve o ahlakı örnek almamızı emrediyor.

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin (Kalem Süresi ;4)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab Süresi ; 21)

İnsanlık güzel ahlakı ona borçludur desek, yanlış söylemiş olmayız sanırım. Mehmet Akif’in dediği gibi ;

Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;

Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.

Medyûndur o ma’suma bütün bir beşeriyet…

Yâ Rab, bizi Mahşer’de bu ikrâr ile haşret.

Değerli Cemaat, Dikkat edin !

Hz. Muhammed’e övgüde bulunan alelade bir insan değil, geçmiş ve geleceği bilen, her şeyi işiten ve gören, hikmetin kaynağı olan Allah. Sıradan insanların beğenilerine ve tavsiyelerine bile kulak kabartırken, Allah’ın övdüğü kişiyi nasıl kulak ardı edebiliriz? Peki , Allah’ın övdüğü kim ? Baştan ayağı edep timsali olan Peygamber Efendimiz. Size peygamberimizin üstün ahlaki kişiliğiyle alakalı birkaç örnek sunmak isterim.

Mekke’nin fethinden sonra Peygamber Efendimiz muzaffer bir komutan olarak kendisine sunulan biatları alırken, o sırada huzuruna bir kişi gelir, ancak Efendimizi otoriter bir reis tahayyül ettiğinden olsa gerek, konuşurken heyecanlanır, dili damağı kurur, eli ayağı titrer. Efendimiz, adamın bu halini görünce onu teskin eder ve her makam sahibinin örnek alması gereken tevazu ahlakını göstererek der ki ;

Sakin ol, ben kral değilim, (senin gibi) güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum’ (İbn Mâce, Et’ime, 30)

Günümüzde birçok insan, makamıyla, meslek grubuyla, diplomasıyla, yaşadığı çevreyle, anlattıklarıyla ya da kıyafetiyle kendini ayrıcalıklı kılmaya çalışıyor ne yazık ki. Bu kibir hali kişiyi, kendini üstün görme ya da başkasını hakir görme noktasına itiyor. Bu tipler, kendini fark edilebilir kılabilmek için ellerinden geleni yaparlar. Bilgi ve takvasıyla değil dünyevi vasıflarla itibar elde etmeye çalışırlar. İnsanların önünde el pençe durmasını, kendilerine ayrıcalık tanımasını isterler. İşte, bu hastalığın tedavisi

tevazudur. Şimdi hepinizden, Peygamber Efendimizle alakalı anlatacağım şu sahneyi zihninizle canlandırmanızı istiyorum.

Bir gün Medine dışından bir kişi, Efendimizle görüşmek ister, içinde Peygamber Efendimizin de olduğu bir topluluğun önünde durur ve sorar ‘Hanginiz Muhammed’ (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 34/238)

Dünyanın bu en kısa kıssası, tevazu ahlakının nasıl olması gerektiği ile alakalı bir hisse veriyor bize. Seni ayrıcalıklı kıldığını düşündüğün dünyanın zahiri payelerinden itibar beklememek. Bilelim ki, kul olmak, en büyük rütbedir. Tevazu insanların sevgi ve muhabbetini çeken en etkili ahlaki vasıflardan biridir. Allah alçakgönüllü olanın şanını yüceltir. Peygamber Efendimiz gibi.

Değerli Kardeşlerim,

İman, kulu ahlaka götürür, ahlaklı olmaya zorlar. İman iddiasının ispatı ameldir, pratiktir. Amele yansımayan bir iddia çürüktür, itibara alınmaz. Doktor olduğunu iddia eden birinden hasta tedavi etmesi, mühendis olduğunu iddia eden birinden proje yapması beklenir. İman eden birinden de imanının gereğini yerine getirmesi beklenir. Akval ve Efalinin muvafık olması beklenir. Allah’ın el-Hakim olduğuna iman eden (her hükmünde hikmetli olduğuna inanan) bir kişi ahlaki emirlerin kendi selameti için en isabetli hayat tarzı olduğunu bilir, onu şevkle yerine getirir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde iman ve ahlak arasındaki bu güçlü bağa dikkat çeker ;

أَكْمَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا

Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır. (Ebû Dâvûd, Sünnet 15)

İmanla ahlak arasında doğru orantı vardır. Kimin ahlakı daha güzelse onun imanı daha kamildir. Ahlak meyve ağacın verdiği meyve gibidir. Eğer o ağaçtan ürün alınamıyorsa meyve ağacı olma hükmünü kaybetmiş demektir, yakacak odun olarak kesilmekten başka bir işe yaramaz. Ahlakın zafiyete düştüğü bir insanda da imanlı olma hükmü yavaş yavaş zayıflar. Nihayetinde (maazallah) imanı dahi gidebilir.

Ahlaksızlığı ısrarla kayıtsız sürdüren bir kişin ibadetinin makbuliyeti de tehlikeye düşer. Efendimiz buyuruyor ;

مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ، فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ

Kim (oruçlu olduğu halde) yalan söz söylemeyi ve onunla amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur (Ebû Dâvûd, Savm 25)

Oruç tutan yalan konuşamaz, namaz kılan merhametsiz davranamaz, zekat veren kibirli olamaz, hacca giden sabırsızlık gösteremez. İman ve ibadetin zorunlu neticesi ahlaklı olmasıdır, eğer ahlak zuhur etmiyorsa yapılan eylemde sıkıntı var demektir. Yalancı zahiren oruç tutuyor gibi görünse de hakikatte yemeği-içmeyi bırakan bir bedbahttır.

Değerli dostlar, ahlak neye benzer biliyor musunuz?

Dükkanların vitrinini düşünün. Vitrin dışarıdan bakıldığında dükkanda bulunan ürünleri gösterir değil mi? İçindekileri gösterir yani. İşte ahlak da müminin vitrini gibidir. Mümin içindeki iman güzelliğini, ahlak vitrininde gösterir. Diğer insanların kulda şahit olduğu ilk intiba ahlakı üzerindendir. İnsanlar toplum içinde anlattıklarından ve düşüncelerinden ziyade öncelikle ahlakıyla ilgi çekerler ve itibar görürler.

Peygamber Efendimizin davetine bir bakalım, etrafından ‘anam baba sana feda olsun’ diyen binlerce kişi nasıl oldu. İnsanlar bir gün Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan bir kişinin peşine kendi ev ve ailelerini terketme, kültürlerini reddetme pahasına nasıl takıldılar? Ahlakın cilvesiyle. Efendimizin ahlakına hayran oldular. Katı ve kaba yüreklerin bile ahlakın inceliği ve güzelliği karşısında yumuşamaması çok zordur. Sahabelerin, Efendimizin hakikati söylediğini dair kanaatleri onun yüce ahlakından dolayıdır.

Efendimize iman eden ilk kişi –malumunuz- eşi Hz. Hatice’dir. Efendimiz ilk vahiy tecrübesini yaşadığında korkmuş ve ‘acaba ben de tılsımlı sözler söyleyen kahinler gibi cinlendim mi’ diye endişe etmişti. Hz. Hatice Efendimize asla onlar gibi olmadığını, Allah’ın kendisini mahcup etmeyeceğini söyledikten sonra bu teskinini onun ahlakına bağlamıştı. Çünkü sen demişti ona ; Akrabanı gözetirsin, doğru söylersin, misafire ikram edersin, muhtaçların ihtiyacını karşılarsın…(Buhari, Bidayetül Vahy,3)

Abdullah bin Selam’ı hatırlayalım. Kendisi Yahudi bir bilgindi. Efendimizin Medine’ye hiç ettiğini öğrendiğinde onu görmek ve kendi kutsal kitaplarında tarif edilen peygamber olup olmadığını test etmek istiyordu. Yola çıktı, Efendimizin bulunduğu yere yakın bir yerde durdu, onu bir müddet izledi. Oturmasına, kalkmasına, ashabıyla arasındaki iletişime baktı ve dedi ki, ‘ Bu yüz asla yalancı olamaz’. Yanına gitti vahiyle alakalı bazı sualler sordu ve hemen oracıkta ‘ Şahadet ederim ki, Sen Allah’ın resulüsün’ diyerek iman etti. (Buhârî, Sahih, Menâkıb 18)

Görüyorsunuz değil mi? Gerçek iman, güzelliğini nasıl ortaya çıkarıyor. Size bir de yıllar önce dinlediğim bir hidayet öyküsünü anlatayım.

Avustralyalı bir genç hayatının bir evresinde bir anlam bunalımına giriyor, varoluşsal sorularına cevap bulabilmek için araştırmaya giriyor, dünya üzerindeki birçok din ve kültürü inceliyor, (uzatmayalım) nihayetinde İslam'ın öğretilerini ikna edici, hükümlerini tatmin edici buluyor ve iman ediyor. Ama müslüman olmasına ailesi şiddetle karşı çıkıyor, anne-babası ona karşı tavır alıyor. Ancak genç bütün bu tepkilere karşı imanın gereği olan ibadet ve ahlaki davranışları yerine getirmekten geri durmuyor. Annesine ve sert mizaçlı babasına karşı evlatlık vazifesini bihakkın ifa ediyor. Onları her gün arayıp soruyor, ev işlerinde onlara yardım ediyor, yumuşak ve saygılı davranıyor, onlarla ilgileniyor falan.. Bir gün babası trafik kazası yapıyor, oğlu bunu duyar duymaz, kaza yerine gidiyor, babasıyla ilgileniyor, arabanın işlemleriyle alakadar oluyor. Oğlunun önceden vurdumduymaz, saygısız, günübirlik yaşayan, yardımsever olmayan tavrını bilen baba, Müslüman olduktan sonra oğlundaki değişimleri fark etmeye başlıyor bu olaydan sonra. Genç şöyle devam ediyor anlatmasına, ‘o günden sonra babam bana devamlı İslam’la ilgili sorular sormaya ve İslam’ı anlatan kitaplar istemeye başladı’.. İşte imanın kişiyi götürdüğü güzel ahlak budur.

Değerli Kardeşlerim, önemli bir nazariyeden bahsetmek istiyorum, dikkatlerinizi çekmek istiyeorum.

Ahlakın kaynağı imandır. İslam bu konuda diğer beşeri ideolojilerden ayrılır. Kanuna göre ceza gerektiren, ayıplanma korkusuyla, menfaat elde etme amacıyla yapılan davranışlar ahlaki değildir. Allah korkusu için değil de beş yıl yatarı var diye hırsızlık yapmamak, haram yememek için değil de patron beni beğensin diye iş yapmak ahlaki değildir. Rabbimiz ayeti kerimede buyuruyor.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ

Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın (Bakara Süresi ; 264)

Sadaka vermenin ahlakı gösteriş yapmamak ve karşı tarafı incitmemektir. İçinde imanın olmadığı amel boşa gider. Üzerinde riza-i ilahi etiketinin olmadığı hiçbir iş ahirette geçmeyecek. Bir şeyin yasal olması onun ahlaki olduğunu göstermez. Şartları tutmadığı halde devletin verdiği hibeyi almak ahlaki değildir. Üretim yapmadığı halde teşvik desteği alıp onu kullanmak –yasal boşluk imkan verse de- ahlaksızlıktır, kamu hakkıdır, haramdır. Bir kişinin caddelerde vücudunu teşhir edercesine edebe mugayir kıyafet giyerek dolaşması yasalara uygun olabilir ama ahlaki değildir. Sosyal medyada insanların hususi hayatlarını araştırıp ifşa etmek yasa ihlali olmasa da ahlaksızlıktır. Nikahsız ilişki, yasalar müsaade etse de ahlaksızlıktır. Kamu kurumlarında hediye adı altında rüşvet almak bir yaptırım gerektirmese de ahlaksızlıktır.

Maddi yada manevi paye elde etmek için bir kişinin yapmadığı, yapmayacağı şeyleri söylemesi de ahlaksızlıktır. Rabbimiz buyuruyor;

كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ

Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır. (Saff Süresi ; 3)

Değerli kardeşlerim

Batı ahlak tasavvurunda kişi ahlaki tercihlerini, haz, menfaat, toplum düzeni gibi temellere dayandırarak yapar. Oysa İslam’da bunun yanında bir davranışın ahlaki olma kriterlerinden birisi de ‘hayr’ olmasıdır. Bazen olur ki ahlaki davranış kişiye zarar verebilir, malını eksiltebilir, başını derde sokabilir, dışlanmasına vesile olabilir, bir Müslüman o halde bile sırf hayr olduğu için onu yapmaktan geri durmaz.

Belki adaletsizlik, adam kayırmaca, torpil ve hırsızlık gibi durumlara karşı üç maymunu oynamak kişiye gelir, mevki, sosyal statü getirebilir ama ahlaksızlıktır. Belki yalan konuşmak sizin işinizde, ailenizde, mahallenizde rahat yaşamanızı sağlayacak ama ahlaki değildir. Hatta Rabbimiz ayeti kerimede kin beslediğimiz hasmımıza dahi ahlaklı davranmamızı istiyor.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Maide Süresi ;8)

Size asrı saadetten çarpışı bir ahlaki davranış örneği aktarayım. Sahabeden Ebu Cendel ismini duyanınız vardır belki. Peygamber Efendimizle Mekkeli müşrikler arasında Kur’an’ı kerim’de ‘Feth-i Mübin’ olarak tavsif edilen bir anlaşma yapılır. Hudeybiye anlaşması. Bu anlaşmayla Efendimiz savaş ortamını kaldırmayı ve bu sayede insanların rahat bir şekilde Müşriklerin baskısı olmadan islamla tanışması istiyordu –ki- aynen de öyle oldu. Ancak anlaşma şartlarındaki bazı maddeler zahiren Müslümanların aleyhineymiş gibi görünüyordu. Maddelerden biri şu şekilde, Mekke’den kaçıp Müslümanlara sığınan bir kişi tekrar müşriklere iade edilecek ancak Medine’den Mekke gelen bir kişi de müşriklerden geri istenmeyecek.

Bu anlaşma Kureyş elçisi Süheyl bin Amr ile Efendimiz arasında imzalandıktan kısa bir süre sonra Müslümanların içini burkan trajik bir sahne yaşanır. Babası Sühely tarafından Müslüman olduğu için hapsedilen Ebu Cendel, bulunduğu yerden bin bir meşakkatle kaçmış, ellerinde zincirler olduğu halde dindaşlarına sığınmak için Hudeybiye’ye gelmişti. Onu gören Müslümanlar çok sevinmişler, o sırada henüz gitmemiş olan babası ise çok kızmıştı. Ebu Cendel dindaşlarının kendisine sahip çıkacağı ümidiyle sığınma talebinde bulunduysa da Kureyş Elçisi Suhely, Efendimize anlaşma maddelerini hatırlattı. Efendimiz bu seferlik ricacı oldu ama nafile, Suheyl isteği kabul etmedi. Ortam gerginleşmeye başladı. Hele Ebu Cendel’in ‘Ey Müslümanlar beni müşriklere geri mi vereceksiniz, ben Allah için size geldim’ sözü herkesi üzmeye yetmişti. Peygamber Efendimiz ne kadar kureyşe kızgın olsa da, ne kadar Müslümanları üzen bir durum olsa savunduğu ahlaki ilkeler gereği anlaşma maddesini uyguladı. Ebu Cendel’e ‘Ey Ebu Cendel bir az önce kureyşle bir anlaşma yaptık, sözümüzden dönemeyiz, sabret, Allah sana bir çıkış yolu açacaktır’ dedi ve onu iade etti. (İbn Hişâm, es-Sîre, c.2, s. 318-320)

Peygamber Efendimiz örneğinde olduğu gibi, içinde bulunduğumuz durum bizi üzse de, zarara uğratsa da, düşmanları sevindirse de Müslüman verdiği sözden asla dönmez, ahlaki zaaf göstermez.

Çöl Arslanı Ömer Muhtar’ isimli bir film var. İzlemenizi tavsiye ederim. Geçen yüzyılda, ülkesi Libya’yı İtalyan mezalimine karşı müdafaa eden bir mücahitti Ömer Muhtar. Filmde savaşta dahi olsa Müslüman ahlakını gösteren ders niteliğinde bir sahne yer alıyor. Savaş sırasında bir mücahit bir İtalyan askerini silahsız bir halde kıstırıyor. Düşman askeri teslim olup eman dilemesine rağmen mücahit onu öldürmek için silahını doğrulttuğu sırada Ömer Muhtar müdahale ediyor, öldürmesine müsaade etmiyor. Mücahit ‘Efendim ama onlar bizim silahsız asker ve esirlerimizi öldürüyorlar’ değince Ömer muhtar, Müslüman izzetine yaraşır şu açıklamayı yapıyor ; ‘ Onlar bizim öğretmenimiz değil’

Müslüman ahlakı, imansızlardan öğrenmez, onlara özenmez, onlara benzemeye çalışmaz.

Değerli Cemaat,

Ne yazık ki günümüzde ciddi manada bir ahlaki yozlaşma yaşanıyor. Popüler kültürün ‘içinden geldiği gibi yaşa’ mottosu kitleleri umarsızca ve kendini kontrol etme gereği duymadan hareket etmeye yöneltiyor. Ağzına geleni söyleyen, önüne geleni yiyen, kendisine dayatılan her kıyafeti giyip, her görseli izleyen, dürtüsel arzularını bulunduğu her ortamda edepsizce karşılayan bir ahlaksızlık ve ucuzluk durumuna şahit oluyoruz maalesef.

Peygamber Efendimizin hadislerinde beyan ettiği psikolojik hakikat tezahür ediyor ;

إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ الأُولَى: إِذَا لَمْ تَسْتَحى فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ.

İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap (Buhârî, Edeb, 78)

İnsanlar utanma duygusunu kaybedince, kendilerinden her türlü azgınlık beklenir hale geliyor. Utanma duygusu olan yalan konuşur mu, iletişiminde sövücü ifadeler kullanır mı, başkasının mahremine bakar mı, vücudunu şehvetperestlerin istismarına açar mı, yapmadığı bir işin parasını alır mı, malına hile karıştırır mı, kendine emeği geçen anne-babasına saygısızlık yapar mı, bu aziz vatanı kendine miras bırakan ecdadına dil uzatır mı, bilgisizliğiyle övünür mü? Bunlardan hiç birini yapmaz. Meğer yüz kızarması ne büyük nimetmiş. Akif ne kadar isabetle işaret etmiş ;

Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesi

Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi

Muhterem Kardeşlerim,

Bu vahim tabloyu müşahade etmek için insanların günde ortalama beş saat geçirdiği televizyon programlarına bakma bile yeterli. Dizilerin konularına bir göz atalım..,Karı-koca arası yada ebeyn-çocuk arası şiddet, eşlerin birbirlerini en yakın arkadaşlarıyla yada yakın akrabalarıyla aldatması, evlatların anne-baba yada büyüklerine özgürleşme adı altında isyan etmesi, kadınların iş ve bilgi olarak değil de bedenlerini istismara açarak bir yerlere gelmeleri, içki-sigara-kumar-hırsızlık-zina gibi haramları işleyenlerin özenilesi kahraman gibi gösterilmesi.

Aileyi yıkmaya niyetli tağut düzeninin her birimizin evinin saldığı lağım sularıdır bunlar. Rabbim bizleri, ahlakını bunlarla kirletmeyenlerden kılsın.

Hele gençlerin en fazla ilgi duyduğu ‘Talk Show’ adı altında yapılan programlar, insanların onurlarının ayaklar altına alındığı programlar adeta. İnsanlar kendilerini en adi yönlerini göstererek rezil ediyorlar, birbirleriyle alay ediyorlar, birbirlerine sövüyorlar, oraya parayla getirilen izleyicilerin alkışları arasında rezil olmanın gururunu yaşıyorlar.

Mizah ismiyle yapılan konuşmalar, en aşağılık diyalogların sergilendiği konuşmalar. Hatta bir ‘Şovmen’ bir ara ağzından bile kaçırmıştı. ‘Hakaret ettiği insanları eğlendiren üstüne onların paralarını alan tek meslek bizim meslek’ diye.

Ya evlerinin sultanı, iffet, nezaket ve zarafetin temsilcisi çocuklarının öğretmeni olması gereken ev hanımlarının izledikleri yemek programları.. İnsanların birbirinin kusuru ifşa ettiği, birbirine iğneleyici lafların sokulduğu, puan alabilmek için numaradan çirkefliğin yapıldığı her türlü melanet var bu programlarda. Ama misafir adabı yok, ev sahibi nezaketi yok, helal hassasiyeti yok, yemeği israf etmemek yok, eline sağlık demek yok, güler yüz yok…Yani, edebe dair hiçbir şey, yok.

Değerli Kardeşlerim ;

Ahlaklı olmak imanımızın bir gereği, amenna. Ancak ahlakı savunmak, ahlaksızlığı engellemek de imanızın bir gereği. İnanın, ahlaksızlığın bu kadar normalleştirilmeye çalışılmasının sebebi ahlaklı olanların sesini yükseltmemesidir. Efendimiz hadislerinde buyuruyor ki ;

Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir (Aḥmad b. Ḥanbal, Müsned, 21334)

Allah’ın onayladığı şeylere sevmek imanımızın bir icabı olduğu gibi, onaylamadığı şeyleri kerih görmek de imanımızın bir icabıdır. Bir Müslüman, ahlaksız dizilerin, filmlerin, tiyatroların yayınlanmasını asla hoş göremez. Müstehcen görüntülerin sergilendiği konserleri özgürlük olarak değerlendiremez. Şunu aklımızdan çıkarmayalım değerli kardeşlerim, bu yayınlara tepkisiz kalmak dolaylı olarak onu desteklemek anlamına gelir. Ahlaksızlığa ses çıkarmayanlar ahlaksızlığın bir parçası olurlar.

Bir velinin çocuğunu ‘hocalarına karşı saygılı ol’ diye ikaz eden öğretmenden okul basıp hesap sorması ne vahim bir tablodur.

Bir iş yeri sahibinin, ancak yatak odalarında sergilenecek yakınlığı gösteren gençleri, edepsizliğinden dolayı dükkanından uzaklaştırmaya çalıştığı için sosyal linçe maruz bırakılması ne hazindir.

İffetli bir neferin, Ahlaki değerlerinden ötürü kendi bedenini ifşa eden bir teşhirciyle ilgilenmediği için soruşturmaya maruz kalması ne acıdır.

Küresel fuhşiyatçılar, kendi sistemini öyle bir kurmuşlar ki, ahlaksızlığa tepki göstermek ayıplanır hale gelmiş. Ne zaman ahlaki öğütten, dersten, ikazdan bahsedilse iğreti oluyor bu tipler. Hatta iffetli ve ahlaklı yaşayanlara bile tahammülleri yoktur. Siz neden bizim gibi gayri ahlaki yaşamıyorsunuz diye kızarlar. Tıpkı sapıklığından dolayı helak olan Lut Kavmi gibi.

Hatırlayalım. Lut (a.s) homoseksüellik haramını isleyen bu sapkın kavme peygamber olarak gönderilmiş, onları bu cürümden uzaklaştırmaya, fıtrata uygun olanı yapmaya çağırmıştı. Fakat onlar tevhid çağrısını reddetmekle birlikte bu sapkınlıklarından vazgeçmediler hatta kendilerini devamlı ikaz eden Lut (a.s)’ ı tehdit ettiler. Kendilerine göre bir kamuoyu oluşturdular. Bir toplumda ahlaksızlık normal olunca ne oluyor bakın. Rabbimiz ayeti kerimede Lut Kavmi’nin yüzssüzlüğünü gösteren bir bilgi veriyor bize. Onlar diyorlarmış ki ;

وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ

Kavminin cevabı: Onları (Lût'u ve taraftarlarını) memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış! demelerinden başka bir şey olmadı (Araf Süresi ;82)

Kendileri pisliğe batmış olan insanlar, temiz kalan insanlarla alay ediyorlar. Tıpkı bugünkü ahlaksızlar gibi. Eşcinsellik bir hastalıktır tedavi edilmesi gerekir, LGBT eşcinsel ilişkiyi meşru gören sapık bir örgütlenmedir, zina haramdır, tesettür farzdır, evlilik Allah’ın emridir, bir erkekle bir kadının nikahsız aynı evde yaşaması uygun değildir, dendiğinde şehvetperestlerin yüz ifadelerine ve alaycı tavırlarına bir bakın. Bizi temiz kalmaya çalıştığımız için hakir ve çağdışı görüyorlar. Allah bunlardan uzak etsin.

Değerli Kardeşlerim

Bilim ve iletişim çağında yaşıyoruz, bu doğru. Bu gelişmeler hayatımızı kolaylaştırıyor ancak onlardan daha da önemli bir gereksinimiz var. Ahlak. İcatların, bilgisayarların, cep telefonlarını modası geçer ama ahlakın modası geçmez. İnsanlık her dönemde ekmek-su gibi muhtaçtır ahlaka. Hepiniz gündelik hayatınızda tecrübece diyorsunuzdur, bizim artık okumuş insanlara neredeyse ihtiyacımız yok, toplumun büyük kesimi üniversite mezunu. Bizim ahlaklı insanlara ihtiyacımız var. Pazarda, sanayide, devlet dairesinde, markette, sosyal medyada, eğitimde hatta oturduğumuz apartmanda yaşadığımız temel problem bilgi ve teknoloji problemi değil ahlak problemidir. Bakınız Peygamber Efendimiz bir yere vali gönderdiğinde, ona nasıl tavsiyede bulunurmuş.

أَحْسِنْ خُلُقَكَ لِلنَّاسِ يَا مُعَاذُ بْنَ جَبَلٍ

Ey Muâz b. Cebel! (vali olarak gittiğin yerde) İnsanlara güzel ahlâkla muamele et (Muvatta’, Hüsnü’l-hulk, 1)

Yetki verilen insanlara yapılması gereken en önemli tavsiye bu olmalıdır değil mi ? Hatta şöyle bile söyleyebiliriz, her devlet kurumunun kapı girişine ‘burada insanlara güzel muamelede bulunur’ yazılması bir sünnetin ihyası olabilir. Memura-amire, işçiye-patrona verilmesi gereken ilk öğüt ahlak olmalıdır. Keşke öyle olsa, inanın toplum düzelir. Bir de her iş, insan hayatının bir kesitini meşgul eder, namaz bile 5 vakit, oruç bir ay farz ama ahlak 24 saat farzdır.

Değerli Kardeşlerim

Vaazımı bitirmeden önce önemine binaen bir hususu daha ifade etmek isterim. Hepimiz sosyal statülerimiz gereği herkese hitap edemeyebiliriz, etki edemeyebiliriz. Ama herkes kendi ailesine, eşine, çocuğuna hitap edebilir, etki edebilir. Babalar gözlerinin nuru olan çocukları için her türlü cefaya katlanırlar. Onları iyi okullarda okutmaya çalışırlar, iyi bir işi olsun, mutlu bir evliği olsun isterler. Kimseye muhtaç olmasın diye gecelerini gündüzlerine katarlar. Birikim yaparlar, evlatlarına, mal, ev, arsa, araba gibi miras bırakmak için çırpınırlar. Oysa dünyada refah arttıkça kötülük azalmıyor, eğer iyiliğin artmasını istiyorsak öncelikle evlatlarımızın karakterlerine, ahlaklarına yapmalıyız. Ne güzel söylemiş Peygamberimiz, değil mi ?

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أَدَبٍ حَسَنٍ

Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır. (Tirmizî, Birr, 33)

Bir babanın gece gündüz çalışıp birikim yaparak miras bırakmak gibi dini bir mükellefiyeti yoktur, ancak onunla ilgilenmek, vakit geçirmek, onu terbiye etmek ve ona ahlakı öğretmek gibi dini bir görevi vardır.

Rabbim bizleri nefsini terbiye eden, arzularını dizginleyen ahlakı güzel olan kullarından eylesin, Ahlak timsali peygamber efendimizin sünneti ittiba edebilmeyi nasip eylesin

VAAZI İNDİR

Hasan Efiloğlu / Sakarya İl Vaizi